27 Eylül 2007 Perşembe

Baharatlar 7 ana grupta incelenir:

Baharatlar 7 ana grupta incelenir:

1. Köklerinden faydalanılanlar : Kara turp, kırmızı turp gibi.
2. Gövdelerinden faydalanılanlar : Zencefil, tarçın gibi.
3. Yapraklarından faydalanılanlar : Nane, kekik, merzengüş, maydanoz, defne gibi.
4. Soğan yapısında olanlar : Mutfak soğanı, sarmısak gibi.
5. Çiçeklerinden faydalanılanlar : Karanfil gibi.
6. Meyvelerinden faydalanılanlar : Kimyon, anason, karabiber, kırmızı biber, vanilya gibi.
7. Tohumlarından faydalanılanlar : Hardal, küçük Hindistan cevizi gibi.

Anason: Haziran-ağustos aylarında, beyaz renkli çiçekler açan, 50-60 cm yüksekliğinde, bir senelik bitkidir. Gövdesi dik, silindir biçiminde, içi boş, çok dallı, tüylü ve üstü çizgilidir. Alt yaprakları uzun saplı, oval veya kalb biçimindedir. Çiçekler bileşik şemsiyelerde toplanmışlardır. Meyveleri armut şeklinde küçük, üzeri tüylü, yeşilimsi sarı renklidir. Başta Ege bölgesi olmak üzere bütün Anadolu’da bahçelerde yetiştirilir. Kültür anasonunun vatanının Anadolu olduğu tahmin edilmektedir. Meyvalarında nişasta, müsilaj, sabit ve uçucu yağ bulunmaktadır. Uçucu yağ miktarları bitkinin cinsine ve yetiştiği yerin şartlarına bağlıdır. Uçucu yağın % 80-90’ı anetoldür. Anetol, zehir etkili fakat bu etkisi çok olmayan bir maddedir. Meyvelerinden su buharı distilasyonu ile elde edilen anason yağı, hemen hemen renksiz ve karakteristik kokuludur. Anason tıpta midevi, bağırsak gazlarının teşekkülünü önleyici, hazmı kolaylaştırıcı ve göğüs yumuşatıcı olarak kullanılır. Ayrıca nefes darlığı, öksürük ve kalb çarpıntısı rahatsızlıklarında da etkilidir. Anason yüksek dozda alındığında baş ağrısı, uyuşukluk, görme zorluğu yapar. Daimi kullananlarda anisizm hastalığına sebeb olur. Bilhassa çocuklara uyku vermede, midede teşekkül eden gazları gidermede çok faydalıdır. Bebekler için bir çay kaşığı tohum bir bardak suya olmak üzere çay olarak hazırlanır. Yemeklerden önce veya süte katılarak bir kaç çay kaşığı verilir. Büyükler % 1-2’lik çayını günde 2-3 bardak alabilir. Kullanılan kısmı, meyvaları ve yapraklarıdır. Meyveleri tamamen olgunlaştıktan sonra toplanır ve gölgede kurutulur

Sayfa Bası Ana Sayfa

Çörekotu: Haziran-temmuz ayları arasında yeşille karışık açık mâvi renkli çiçekler açan, 20-40 cm boyunda bir senelik, otsu bir bitkidir. Yol kenarları ve bilhassa ekin tarlaları içinde bulunur. Gövde dik ve kısa tüylüdür. Yaprakların alttakileri saplı, üsttekileri sapsızdır. Çiçekler uzun saplı ve tek tektir. Taç yaprakları iki loplu ve bal özü bezleri taşıyan 8 tâne küçük parça hâlindedir. Meyveleri çok tohumlu olup, tohumlar siyah renkli ve oval şekillidir. Güney Avrupa, Balkan memleketleri, Kuzey Afrika, Türkiye ve Hindistan’da yetiştirilmektedir. Bitkinin kullanılan kısımları tohumlarıdır. Tohumları tamâmen olgunlaştıktan sonra toplanır ve güneşte kurutulur. Çörekotu tohumlarında uçucu ve sabit yağ, tanen, şekerler, glikozit bünyeli bir saponin ve alkaloitler bulunmuştur. Tohumları gaz söktürücü, uyarıcı ve idrar söktürücü olarak kullanılmaktadır. Güzel kokusu sebebiyle müshil ilâçlarının içine ilâve edilen iyi bir lezzet ve koku değiştiricidir. Çörekotunun Anadolu’da bulunan ve aynı şekilde kullanılan diğer türleri şunlardır:

Şam çörekotu (Nigella damascena): Yaprakları parçalıdır. Çiçekleri tek ve üst yapraklar tarafından örtülmüş durumdadır. Parlak mâvi çiçeklidir.

Kır çörek otu (Nigella arvensis): 10-30 cm yüksekliğinde mâvi çiçeklidir. Yaprakları sivri parçalıdır. Tohumları kurt düşürücü olarak da kullanılır.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Defne: 6-18 m yüksekliğinde, yuvarlak tepeli ve sık dallı bir ağaç veya ağaçtır. Almaşık sapın iki yanında karşılıklı değil de aralıklı olarak bir sağda, bir solda bitmiş yapraklar şeklinde dizilmiş, 7.5-10 cm uzunluğundaki yapraklar oval biçimli, donuk renkli derimsi ve sert kenarları da genellikle dalgalıdır. Bitkinin sarımsı veya yeşilimsi beyaz renkte küçük çiçekleri, olgunlaştığında rengi koyu mora dönen tek tohumlu, etli meyveleri vardır. Bitkinin kullanılan kısmı yaprak ve meyveleridir. Yaprakları uçucu yağ yönünden zengindir. Baharat olarak kullanılır. Defne meyvelerinde de uçucu yağ ve diğer yağlar, acı maddeler bulunur. Meyveleri midevî ve sinir ağrılarına karşı kullanılır. Meyve yapraklarından elde edilen yağ cildi tahriş edici merhemlerin içine konur. Aynı maksat için veteriner hekimlikte de, bundan başka sabun ve şampuanlara koku vermek için de kullanılır.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Hardal: 0,2-1,5 m boylarında beyaz veya sarı çiçekli, yıllık otsu bitkilerdir. 10 kadar türü vardır. Türlerinin çoğu Akdeniz çevresi memleketlerinde yetişir. Hardalın beyaz hardal otu, siyah hardal otu, yabanî hardal olmak üzere değişik türleri vardır.

Siyah hardal otu (Sinapis nigra): 1-1,5 m boyunda, bir yıllık sarı çiçekli otsu bir bitkidir. Yaprakları saplıdır. Meyveleri 1-3 cm uzunlukta 2-3 mm genişlikte, sap üzerine yatık, tüysüz, hemen hemen dört köşeli, kısa sivri uçludur. Yassı ve köşeli olan meyvelerinde tohumların bulunduğu yerler şişkindir. Tohumlar kırmızımsı siyah renktedir. Bitkinin Orta Avrupa, Anadolu ve İran’da kültürü yapılır.

Kullanılan kısımları tohumları ve tohumlarından elde edilen yağıdır. Bitkinin yaprakları dökülmeye başladığında meyve salkımları toplanır. Bunlar 15 gün kadar gölgede kurutulduktan sonra tohumları alınır. Hardal tohumlarında müsilaj, yağ, sinapin, sinigrin isimli glikozit ve mirozinaz fermenti vardır. Çok eskiden beri tıpta kullanılmaktadır. Dâhilen hardal tohumu unu az dozlarda midevî, yatıştırıcı ve tarçınla karıştırılırsa iyi bir iştah açıcıdır. Hâricen yakı, lapa veya banyo hâlinde romatizma ve bronşitte mevzii tahriş yapmak için kullanılır. Hardal yağı cildi tahriş eder, onun için sürüldüğü yer kızarır. Hafif antiseptiktir. Dumanı öksürük ve gözyaşı getirir. En fazla baharat olarak kullanılır. Deriyi tahriş edip, kızarttığından iç organlardaki kanı dışarıya toplar. Zehirlenmelerde kusturucu etkisinden faydalanılır. Hardal yakıları bir saatten fazla tutulmamalıdır. Aksi halde yılancığa benzer büyük şişler meydana gelir. Yakılar ılık suda ısıtılır. Sıcak su fermentleri tahrip eder. Hardal yakısı, hardal tozunun kâğıt üzerine yapıştırılması suretiyle elde olunur. Kullanılacağı zaman ılık suda ıslatılarak hardallı tarafı deriye gelecek şekilde kullanılır.

Beyaz hardal otu (Sinapis alba): Beyaz çiçekli hardal otudur. Vatanı Akdeniz çevresi memleketleridir. Orta Avrupa ve Kuzey Amerika’da da kültürü yapılır. Önemli bir yağ bitkisidir.

Beyaz hardal otunun sarı-kırmızı veya beyaz renkteki olgun tohumlarından hardal yağı elde edilir. Kullanılışı siyah hardal otu ile aynıdır.

Yabani hardal (Sinapis arvensis): 20-60 cm yüksekliğinde, memleketimizde tarla ve nadaslarda, yol kenarlarında yetişen bir tarla otudur.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Hindistancevizi: Srilanka, Malezya ve Afrika ülkelerinde yetiştirilir. Baharat olarak kullanılan, bilinen Hindistancevizi meyvesinden farklıdır. Küçük hindistancevizi olarak anılır fakat tamâmen farklı olan bir bitkidir. Tropik bölgelerde (Moluk Adaları) yetişir. Yaz ve kış yeşil olur. 10 m yüksekliğindedir. Avrupalılar buna muskatcevizi de derler. Çünkü Avrupa’ya eskiden Arabistan limanlarından Muskat’tan gönderilirdi. Tohumları tıpta kullanılır. Meyveleri kapsül biçimdedir. Her kapsül irice bir tohum ihtivâ eder. Tohumun içinde “arillus” denilen ağsı bir örtü vardır. Tohumları ve etli olan aril denilen kısmı kullanılır. Tohumları miristisin, uçucu yağ, nişasta ihtivâ eder. Aromatik kokusundan dolayı bâzı ilaçların bileşimine girer. Sindirim kolaylaştırıcı ve gaz söktürücü etkisi vardır. Bu sebeple bilhassa küçük çocuklara verilir. Etli kısmı da aromatik kokuludur. Yüksek dozları zehirlidir. Türkiye'de yılda 1500 ton civarında tüketilir. Tatlı ve pastacılarda yoğun olarak kullanılır.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Karabiber: Hindistan, Brezilya, Singapur, Malezya, endonozya ve Vietnamda yetiştiriliyor. Adana ciarında deneme üretimleri yapıldı, fakat başarılı sonuç alınamadı. Ülkemizin iklimi Karabiber yetiştirilmesini müsait değil. Karabiberin, Salvak, Malabar ve Beyaz Karabiber olmak üzere üç çeşidi var. Bunlardan Salavak, biraz çekildiği zaman esmer, Malabar açık giri ve Beyaz Karabiber ise süt beyazı renginde oluyor. Karabiber, başta kebap ve köfteler olmak üzere, birçok yemekte kullanılıyor. Karabiberin ülkemizdeki yıllık tüketimi 3 bin ton civarında.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Karanfil: 10-20 m yüksekliğinde, yaprak dökmeyen ağaçlardan elde edilir. Vatanı, tropik Asya (Moluk Adaları, Zengîbar) dır. Karanfil bildiğimiz süs karanfil çiçeğinden farklıdır. Yaz kış yeşil kalan yaprakları, meşin gibi serttir. Çiçekleri pembedir ve kiraz çiçekleri gibi demet hâlinde bulunurlar. Bu çiçeklerin kurutulmuş tomurcukları “karanfil” adını alır. Kurutulmuş tomurcuklar, 10 mm boyunda, çiviye benzer şekilde, ovaryumu hafif dört köşeli, dört taç ve çanak yaprağından meydana gelmiş olup, kırmızı-kahverenklidir. Çiçek sapları da karanfil adıyla satılmakta ise de ikinci kalite ürün sayılmaktadır. Karanfile koku ve lezzetini veren “eugenol” adındaki bir uçucu yağdır. Kurutulmuş tomurcuklar ezilip subuharı distilasyonuna tâbi tutulursa % 14-20 kadar karanfil esansı denilen uçucu yağ elde edilir. Bu uçucu yağda % 80-90 kadar eugenol ve %3 kadar da asetil eugenol bulunur. Eugenol, hoş kokulu, kuvvetli antiseptik ve analjezik bir maddedir. Karanfil çok eski çağlardan beri baharat olarak kullanılmaktadır. Eskiden saraylarda konuşacak kimseler, nefesleri güzel koksun diye karanfil kullanırlardı. Tıpta, diş hekimliğinde, diş tedâvisinde ağrı kesici ve antiseptik olarak kullanılır. Gaz söktürücü bir etkisi de vardır. Diş macunlarının terkibine girer. Pasta ve şekercilikte, parfümeride ve sabun sanâyiinde kullanılır. Ayrıca eugenol vanilin eldesinde kullanılan başlıca maddelerden biridir. Bugün karanfilin en çok yetiştirildiği ve ihraç edildiği ülkelerin başında Zengibar ve Madagaskar gelir.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Kekik: Mayıs-eylül ayları arasında çiçek açan çok yıllık, çok dallı, odunsu ve küçük çalımsı bir bitkidir. Yol kenarlarında kurak bölgelerde, bilhassa dağlık yerlerde çok rastlanır. Tabanda odunlaşmış bir gövdesi, ince dört köşeli ve kırmızımsı renkli dalları vardır. Yaprakları 1 cm kadar uzunlukta, oval, sapsız veya kısa saplıdır. Yapraklarda, uçucu yağ depo eden salgı tüyleri bulunur. Çiçekler küçük, iki veya çok çiçekli pembemsi, mor-beyaz veya kırmızı renklerde, dalların uçlarında küresel durumlar teşkil ederler. Çanak ve taç yaprakları tüpsü ve lopludur. Anadolu’da oldukça yayılmış olup, birçok varyeteleri de vardır. Memleketimizde 37 kekik türü bulunmaktadır. Halk arasında kekiğe benzeyen mercan köşk veya merzengüş (origanum) türleri; İstanbul kekiği, İzmir kekiği gibi adlarla kekik yerine kullanılmaktadır. Kekiğin sarımsı renkte bir uçucu yağı vardır. Bu yağda önemli olan ve kokusunu veren thymol bulunur. Kekik, çay hâlinde mide ağrılarına karşı, dolaşım uyarıcısı, baharat olarak ve idrar söktürücü olarak kullanılır. Thymol az dozlarda midevî, balgam söktürücü, sinir kuvvetlendirici ve boğaz ağrılarına karşı kullanılır. Yüksek dozlarda ise antiseptik ve kurt düşürücü olarak verilir.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Kimyon: Konya ve Polatlı'da yetiştirilir. Konya'da yetiştirilen, sarımtırak bir renge sahiptir. Çekildiği zaman Polatlı cinsi hafif esmer olur. Sucuk ve köfte yapımında kullanılır. Aromatik yapısı sebebiyle, kıyma ile yapılan yemeklerde tercih edilen bir baharattır.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Kırmızı Pul Biber: Güneydoğu illerinde, en çok Gaziantep ve ıslahiye'de üretiliyor. Biberin yüzde 60'ı Islahiye'de üretilir. Fakat buna Maraş biberi denir. Kırmızı Biber, kurutulup, taş değirmende kalın bir şekilde öğütülür. Yıllık 10 bin ton tüketiliyor.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Köfte Baharı: Bu baharat, değişik baharatların belirli ölçülerde karıştırılıp eöğütülmesinden elde edilen bir karışım. Ana maddesi kişniş. Karabiber, Tatlı Kırmızı Biber, az miktarda Karanfil, Defne yaprağı ve Kekik'ten oluşuyor.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Susam: Bir metre boyunda, yağ veren bir yıllık otsu bir bitkidir. Başlıca Hindistan, Çin ve Sudan’da yetişir. Bitkinin alt yaprakları karşılıklı ve loblu, üst yapraklar tam ve mızrak şeklindedir. Çiçekler beyaz veya pembe olup, yaprakların koltuğunda salkım durumunda toplanmışlardır. Meyveleri 2-3 cm boyunda, uzun, prizmatik ve çok tohumlu bir kapsüldür. Susam, sıcağı çok sever. Isı miktarı fazla olan yerlerde tohum verimi ve yağ oranı artar. Orta derecede ağır ve humuslu topraklarda iyi yetişir. Tohumlarından % 50 civârında yağ elde edilir. Yağı hemen hemen kokusuz ve soluk renklidir. Yemek yağı olarak kullanılır. Tedâvide müshil etkilidir. Kabukları soyulmuş susam tohumlarının ezilmesiyle tahin elde edilir. Bu da tahin helvası yapımında kullanılır. Ayrıca susam tohumları simit ve pastaların üzerine konur.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Sumak: Güneydoğu Anadolu'da yetişen, çalı gurubundan, bodur bir ağacın yapraklarının kurutulup toz haline getirilmesiyle elde edilir. Yaprakları tanen, şekerler ve sarı renkli boya maddeleri taşırlar. Kabız edici, kan kesici, antiseptik etkili olup, ayrıca yünlü kumaşların boyanmasında kullanılır. Boğaz ve diş etleri hastalıklarında da gargara hâlinde kullanılır. Sumağın, sarı çiçeklerinin taç yaprakları ve meyvelerinde oldukça keskin ekşi bir lezzet vardır. Güneydoğu'ya has "ezme" ve çeşitli yörelerde yapılan mantı ile birlikte yenilir.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Tarçın: Vatanı Güney ve Güneydoğu Asya olan, yaprak dökmeyen aromatik kokulu ağaçtan elde edilir. Önemli olan iki tür tarçın en çok kullanılmaktadır.

Çin tarçını (Cinnamamum cassia): Güneydoğu Çin’de yetiştirilen bir türdür. 10-12 m yüksekliğinde kışın yapraklarını dökmeyen bir ağaçtır. Esas ağacın kurutulmuş kabukları kullanılır. Kabukların dış kısmında mantar tabakası bulunur ve grimsi renklidir. Kokusu kuvvetli ve özel, tadı tatlımsı ve yakıcıdır. Tanen ve uçucu yağ taşır. Baharat olarak kullanılır. Meyveleri de baharatlı lezzetli ve tarçın kokuludur Tarçın yerine kullanılır.

Seylan tarçını(Cinnamomum seylanicum): Kışın yapraklarını dökmeyen küçük bir ağaçtır. Hindistan ve Doğu Hint Adalarında yetişir. Kabukları kahverenkli, boru şeklinde iç içe geçmiş ve mantar tabakası yoktur. Özel kokulu ve tatlımsı baharlı, lezzetlidir. Tanen ve uçucu yağ taşır. Kabız, gaz söktürücü ve antiseptik etkisi vardır. Baharat ve koku verici olarak kullanılır.

Tarçın esansı: Seylan tarçınının kabuklarından elde edilen bir uçucu yağdır. Kuvvetli tarçın kokuludur. Gıdâ ve parfümeri sanâyinde koku verici olarak kullanılır.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Tatlı Toz Biber: Hiç acısı olmayanı, Geyve'de, Osmangazi civarında üretiliyor. Tatlı Kırmızı Biberi'in kurutulup öğütülmesiyle elde ediliyor. Ayrıca, acı olan cinsi ise Karacabiy, Kemalpaşa ve İnegöl'de yetiştiriliyor.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Vanilya: Birçok tropikal ülkelerde yetiştirilen, tırmanıcı gövdeli bitkilerdir. Vatanı Meksika, Madagaskar, Java ve Antillerdir. Bitkinin yaprakları sapsız, yassı ve etlidir. Meyveleri 15-20 cm uzunlukta, yassı, iki uca doğru incelmiş, parlak siyahımsı renkli bir kapsüldür. Kokusu özel ve tadı acıdır. Yeşilken toplanıp, sonra suda haşlandıktan sonra kurutulan meyveleri kullanılır. Özel kokulu vanilin maddesi ancak fermentatif bir kurutma sonucunda meydana gelmektedir. Vanilin meyveden glikosit ile bağlı durumdadır. Ancak böyle bir kurutma esnâsındaki mayalanma ile serbest hâle geçmektedir. Mîde ve sinir sistemini uyarıcı etkilere sâhiptir. Koku verici olarak gıdâ sanâyiinde kullanılmaktadır.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Yenibahar: Batı'da "Jameika Biberi" olarak da bilinir. Başta Jameika olnak üzere, Maksika ve Malezya'da yetiştirilen Yenibahar, "Pimento Officinalis" adlı bitkinin, olgunlaşmamış meyvelerinden elde edilir. Özellikle köftelerde kullanılıyor. Yılda 500 ton tüketiliyor.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Zencefil: 100 cm boyunda kamış görünüşünde çok yıllık otsu bir bitkidir. Yapraklar mızrak şeklinde sivri uçlu ve tarçın kokuludur. Çiçekler sarı renkli ve çoğu bir arada bulunurlar. Zencefilin vatanı Güney Asya olmakla berâber Hindistan, Batı Afrika gibi birçok tropik bölgelerde ekimi yapılır. Memleketimizde ancak seralarda yetiştirilir. Nemli iklimi ve sulak yerleri sever. Bitkinin kökleri nişasta, reçine ve uçucu yağlar taşır. Kökler yassı ve grimsi renklidir. Kuvvetli kokulu ve biraz acımsı lezzetlidir. Baharat olarak kullanılır. Zencefil yağının hazmı kolaylaştırıcı tesiri vardır. Ayrıca yatıştırıcı ve gaz söktürücü etkiye sâhiptir.

Sayfa Bası Ana Sayfa

Baharatlar, çiçek, yaprak veya kabukları kurutularak, dört mevsim lezzet ve şifa dağıtıyor. Bazen bir çiçeğin, bazen dev bir ağaç kabuğunun, bazen de bir orkide soğanının adı olan baharatlar, insanoğlunun çok eskilerden beri değişik amaçlarla kullandığı bitkilerdir.
Baharatın ilk kullanıldığı yer olarak, Uzak Doğu kabul edilir. Avrupa'da ilk tanınan baharatlar ise, Hint Karabiberidir. O yıllarda, birşeyin pahalı olduğunu ifade etmek için, "Karabiber gibi pahalı" denildiği de kayıtlarda yer almaktadır. Avrupalı'larca yağ ve merhem yapımında kullanılan tarçın, Hindistan ve Seylan gibi ülkelerden, kervanlarla İskenderiye'ye kadar getiriliyordu. Öyle ki, bir zamanlar tarçının, Arabistan'da yetiştirildiği zannediliyordu. İlk çağdan beri Çin ve Hindistan'da kullanılan zencefilin, Hindistan'dan geldiğini bilmeyen Dioskorides ve Plinius'a göre, bu baharat Yunanlılar'a Persliler tarafından tanıtıldı. Zencefil, Romalı'ların besin maddelerinde büyük rol oynamıştı.
Zencefilin Ortaçağ Avrupası'nda kullanımı, karabiber kadar yaygındı ve onun gibi pahalıydı. İlaç ve boya olarak kullanılan, Keşmir, İran ve Frigya'dan gelen safran, Romalılar tarafından biliniyor ve kullanılıyordu.
Baharatın Bizans İmparatorluğu yoluyla Avrupa'ya geçmesi, 9. yüzyıldan itibaren engellendi. Ama çok miktarda tüketilen etin muhafazası için, baharata duyulan ihtiyaç ve onun güzel tadı, zengin sınıflarına baharatı unutturamadı.
Baharatın yıldızı Avrupa'da yeniden parladı ve safran, Fransa ile İtalya'da ekilmeye başladı. Doğu Akdeniz limanları (İskenderiye) Avrupalı tüccarlara yeniden açılınca, Venedikli'ler Avrupa piyasasında hemen hemen bir tekel kurdular.
Orta çağın sonunda, Avrupa'da baharat tutkusu, aşırı derecede çoğalmıştı. Şatafatlı ziyafetlerde baharatlı yemekler yapmak modaydı. Alabildiğine zenginleşmiş olan baharat tüccarları, Floransa'da bu işi sanat haline getirdiler ve 19. yüzyılın başında 288 çeşit baharat sattılar. Venedik'in tekelinden kurtulmak için baharat sağlamaya çalışmak, büyük coğrafi keşiflerin önemli sebeplerinden biri oldu. 16. ve 17. yüzyıllarda, Portekiz, İspanya, İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi sömürgeci ülkeler, baharat ticaretinde sıkı bir yarışa girdiler.
İbni Sina'nın bahsettiği, Hindistanceveze ve Meksike vanilyası, 16. yüzyılın başında Avrupa'ya geldi. Atlantik limanlarına büyük miktarda gelen baharatlara, sayısız iyileştirici nitelikler atfediliyordu. 1560 yılına kadar, baharatın fiyatı Lizbon'da sürekli bir artış gösterdi. Bundan sonraki iki yüzyıl boyunca da, baharat sürekli değeri artan bir ürün oldu. Baharat yetiştiren yerlerin artması ve de yemek zevkinin değişmesi, 19. yüzyılın başlarında baharatın ticari önemini biraz olsun azalttı.
Baharat Anadolu'ya Afrika ülkelerinden yine kervanlarla getiriliyordu. Develerle güney illerimize gelen baharatlar, daha sonra oradan diğer illere ve İstanbul'a gönderiliyordu. Baharat çeşitlerinin Uzakdoğu'da da yetiştirilmeye başlamasıyla, buradan denizyoluyla İskenderun'a getirildi.
Hem getirilmesinin zor olması, hem de ekonomik olmaması sebebiyle, zamanla birçok baharat da yurdumuz topraklarında yetiştirilmeye başladı. Fakat, Karabiber, Hindistancevizi gibi, iklim şartlarının müsait olmaması sebebiyle yetiştirilemeyen 5-6 çeşit halihazırda ülkemize başka yerlerden getiriliyor.
Baharatı günümüzde en çok Hintli'ler kullanıyor. Bunun yanısıra, Avrupa ve Amerika'da da baharat kullanımı çok yaygın. Bilhassa italyan ve Fransız mutfaklarında baharatın büyük bir önemi var. Türkiye de, en çok baharat kullanan ülkeler arasında yer alıyor. Özellikle Güneydoğu illerimizde, acı biber tüketimi bir hayli fazla.

Safran-Krokus / Saffron / Crocus sativus)

Safran-Krokus / Saffron / Crocus sativus)

Eylül-ekim ayları arasında, mor renkli ve hoş kokulu çiçekler açan 15-30 cm boylarında, soğanlı, otsu bir bitki. Etli ve yuvarlak 2-3 cm çapında bir soğanı vardır. Üretimi de bu soğanlarla yapilir. Yapraklar uzun, dar ve ortası beyaz çiçeklidir. Yapraklar çiçeklerden sonra meydana gelir. Çiçekler 6 parçalı, erkek organları 3 tâne, dişi organın kapsül kismi olan stigmaları turuncu renklidir. Safran, Hititler döneminden beri Anadolu’da bilinmekte ve ilâç olarak kullanılmaktadır. Grekler döneminde de Bati Anadolu’da oldukça ticâreti yapılmıştır. Osmanlılar döneminde de önemini koruyan bir ihraç ürünü olmuştur. Daha önceleri Urca, Mardin, Kastamonu, Ankara, İstanbul’da kültürü yapılmaktaydı. Fakat bugün sadece Kastamonu’nun birkaç köyünde üretimi yapılabilmektedir.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Kastamonu-Safranbolu’da yer yetiştirilir.

: (Mastixpistazie / Lentisque / Mastic tree / Pistacia lentiscus)

Nisan-mayıs ayları arasında, yeşilimsi renkte çiçekler açan 1-3 m yüksekliğinde, sık dallı, çalı görünüşünde ve kışın yapraklarını dökmeyen ağaçlar. Mesteki sakızı olarak da bilinir. Gövdeleri dik ve silindir biçiminde olup, sağlamdır. Kabukları esmer renkli ve reçine kanalları ihtiva eder. Meyveleri ufak, yuvarlak ve kırmızımsı siyah renklidir.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı ve Güney Anadolu.

: (Salep / Çayırotu / Çemçiçegi / Orchis / Tuber salep )

Orchis, Ophyris, Serapias, Platanthera, Dactylorhiza vs. cinslerine âit türlerin yumrularına verilen ad. Bu bitkilerin toprak altında iki yumrusu bulunur. Bunlardan biri ana yumrudur ve o senenin gövdesini verir. Diğeriyse gençtir (hemşire veya kardeş yumru) ve gelecek yılın yumrusunu verir. Salep elde edilen türlerin hepsi yumruludur. Salep daha çok kireçli toprakları sever. Ormanlık bölgelerde yetişen saleplerin yumrusu iri olur. Çayırlarda yetişen saleplerin yumrusu ise daha zayıftır. Anadolu’da salep genellikle Orchis ve Ophyrus türlerinden elde edilir.

Salep eldesi: Bitki çiçekteyken, toprak altındaki yumruları toplanır. Yalnız yan yumru alınır, gövdeyi taşıyan ana yumru genellikle alınmaz. Fakat her ikisi de kulanilabilir. Yumrular kremsi, yumurta seklinde veya çatalsıdır. Toplanan yumrular suyla yıkanarak temizlenir, ipe dizilir ve su veya sütle kaynatılır, sonra açık havada kurutulur. Kurutulan yumrular dövülerek toz edilir. Elde edilen bu toz kullanılacak hâle gelmiş olan salebi verir.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Çoğunlukla Bati, Güneybatı, Güney ve Kuzey Anadolu olmakla beraber Anadolu’nun birçok yerinde yetişir.

: (Brassica rapa var / Brassica napus / Turnip / Navet)

Turgiller familyasından, toprak altında şişkin bir yumru yapan, topaç biçiminde etli ve tatlı yumrusu iki yıllık bir bitkidir. Yapraklari parçalı ve tüylü, çiçekleri saridir. Yurdumuzda yuvarlak ve kökü basık olanlar makbuldür. Terkibinde B vitamini ve madeni maddeler vardır.

(Kalanga / Santalum album / Santalwood / Santal de mysore)

Sandalgiller familyasından, küçük boylu bir ağaçtır. Hindistan ve Malakka’nın dağlık bölgelerinde yetişir. Yaprak dökmez. Yapraklari karşılıklıdır. Çiçekleri sarımtırak kırmızıdır. Meyveleri kiraz büyüklüğünde olup, siyah renklidir. Odunu (Lignum santali) sarımtırak renktedir ve kokuludur. Bu odundan, uçucu bir yağ olan, (Oleum santal / Santal esansı) çıkartılır.

: (Stechwinde / Sarsaparille / Salsepareille / Sarsaparilla / Smilax aspera / Smilax)

Ağustos-eylül ayları arasında, beyazımsı-sarı renkli çiçekler açan, tırmanıcı, dikenli ve iki evcikle bir bitkidir. Yapraklar saplı ve kisin dökülmez. Kala seklinde ve tam kenarlıdır. Çiçekler yaprakların koltuğunda küçük semsiye durumunda, 5-10 çiçeklidir. Meyveleri kırmızımsı, yuvarlak, 1 cm kadar çapta ve 1-3 tohumludur. Öz dikeni adıyla bilinir.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara, Batı ve Güney Anadolu.

: (Aloe / Aloès / Aloe)

Kurak bölgelerde yetişen, çok yıllık, Yaprakları dikenli, bal özsulu (sukulent) bitkilerdir. Öd ağacı olarak da bilinir. Daha çok Afrika, Suriye, Arabistan ve Güney Avrupa’da yayılış gösterir. Buna karşılık ılıman bölgelerde, park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Memleketimizin Güneybatı kesiminde de Romalılar döneminde kültürden kalmış, yabanileşmiş türü yetişmektedir. Bitkinin yaprakları birer rozet görünümünde, topraktan yayvan bir şekille çıkarak yukarı doğru bükülürler. Çiçek durumu dik ve sık bir salkımdır. Çiçekleri sarı veya kırmızıdır.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Güneybatı Anadolu (Demre).

Sarımsak: (Knoblauch / Ail / Garlic / Tüm / Allium sativum)

Temmuz-Agustos aylari arasinda beyaz veya pembemsi renkli çiçekler açan, 20-100 cm boylarinda çok yillik otsu bir bitki. Sarimsak diye de tâbir edilir. Vatani Orta Asya’dir. Toprak altinda büyükçe bir sogani bulunur. Yapraklari uzun, yassi, buğday yaprağı gibidir. Çiçekler, küre seklinde olup, bir şemsiyeyi andıran dallar ucunda toplanır. Meyveleri siyah renkli tohumlar taşıyan bir kapsüldür. Sarmasak nâdiren tohum verir. Bunun için daha çok soğancıklarla (dişlerle) üretilir. Sarmısağın soğan kısmı beyazımsı renkli olup, soğancık veya dişlerden meydana gelir. Soğancıkların hepsi bir arada ve bir kabuk tarafından sarılmıştır.

Memleketimizde beyaz ve siyah sarmısak yetiştirilmektedir. Tıpta beyaz sarmısak kullanilir.

: (Portulak / Pourpier / Purslane / Portulaca oleraceae)

Çok yaygın ve yabânî olarak bağ ve bahçelerde yetişen, bir yıllık otsu bir bitki. Zirâî önemi pek yoktur. Semizotunun vatani Asya’dır. Gövdeleri toprak üstünde yatık, Yapraklari sapsız ve etli olup, çiçekler sarimsi renklidir. Meyveleri çok tohumludur. Tohumdan yetiştirilebilir. Demir ve C vitamini bakımından zengindir.

(Hopfen / Houblon / Hop / Ömerotu / Mayaotu / Humulus lupulus / Huoblon grimpant)

Temmuz-eylül ayları arasında yeşilimsi-beyaz renkli çiçekler açan, 2-5 m yüksekliginde, sarılıcı gövdeli, iki evcikle otsu bir bitki. Bitkinin gövdeleri ince, tırmanıcı, sarılıcı ve üzeri sert tüylerle örtülüdür. Yapraklar karşılıklı, uzun saplı ve yürek seklindedir. Yaprakların da üst yüzeyleri sert tüylüdür. Erkek çiçekler yeşilimsi sari renklerde ve bileşik salkım durumunda, dişi çiçeklerse yuvarlak kozalaklar hâlinde toplanmışlardır. Dişi çiçeklerin etrâfında brakte ve brakteol denilen geniş, oval taşıyıcı yapraklar ve bunların üzerinde de salgı tüyleri bulunur. Hâlen memleketimizde, Bilecik-Bursa havâlisinde bu dişi çiçek durumlarını elde etmek için geniş çapta ekimi sürdürülmektedir. Bira çiçeği, Maya otu olarak da bilinir.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Kuzey Anadolu, Marmara bölgesi. Ayrica Bilecik ve havâlisinde ekimi yapilir.

: (Sennakassie / Séné / Cassia)

Afrika, Hindistan ve Arabistan’ın yari çöl ve dağlık bölgelerinde yetişen, 50-150 cm boylarında, sari renkli çiçekler açan çali tipinde ağaççıklar. Yapraklar yaprakçık seklinde ikiye parçalanmıştır. Sinamekinin en çok C. acutifolia ve C. angustifolia türleri bilinmekte ve kullanılmaktadır. C.fistulosa türü ise ceviz ağacına benzeyen büyük ağaçlardır. Meyveleri fasulye meyvesi gibi esmer, yeşilimsi veya siyahimsi renklidir. İçlerinde 6-10 kadar tohum bulunur.

Yalancı sinameki (Colutea arborescens) nine de Yapraklari müshil etkiye sâhiptir. İçimi zordur. Tohumları zehirlidir.

(Zwiebel / Olignon / Onion / Basaliye / Allium cepa)

Haziran-ağustos ayları arasında yeşilimsi veya pembemsi renkli çiçekler açan, 30-100 cm boylarında, çok yıllık otsu ve soğanlı bir bitki.

(Gerbersumach / Sumac / Sumac / Somak / Rhus / Rhus coriaria / Tekri)

2-3 m boylarında, kisin yapraklarını döken, çalı tipinde ağaççıklar. Yapraklar 5-10 yaprakçıklara ayrılmıştır. Bunlar oval şekilli ve sapsız, tüylü ve kenarları hafif dişlidir. Çiçekler yeşilimsi renklerde, 20-25 cm konik çiçek durumlarında toplanmışlardır. Meyveleri olgunlukta esmer-kırmızı renkli, küre şekilli, tüylü ve eksi lezzetlidir. Sumağın 150 kadar türü vardır ve birçoğu zehirlidir. Yurdumuzda Derici Sumağı (Rhus coriaria) ve Boyacı Sumağı (Rhus cotnus) doğal olarak yetişir. Kokulu sumak (Rhus aromaticus)’un tentür halindeki idrar tutamama hastalığında faydalıdır.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Ege, Akdeniz bölgesi, Doğu Anadolu.

Kullanıldığı yerler: Susam yağı, safra taslarının düşürülmesinde faydalıdır. Karaciğer hastaliklarinda kullanilir. Kabızlığı giderir. Afrodizyak özelliği vardır. Nefes darlığı ve bronşitte faydalıdır.

Taflan: (Kirschlorbeer / Laurier-Cerise / Cherry laure / Gürcü kirazı / Hine kirazı / Prunus laurocerasus / Mongo / Monguer)

Nisan-mayıs aylarında küçük ve beyaz renkli çiçek açan, rutûbetli ve gölgeli yerlerde yetişen 2-6 m yüksekliginde yaprak dökmeyen ağaçlar. Yapraklar çok kısa saplı, derimsi, tüysüz ve oval şekillidir. Çiçekler 30-35 tânesi bir arada olup, gruplar teşkil ederler. Meyveleri 1 cm çapında kiraz görünüşünde parlak, koyu kırmızı veya olgunlukta siyah renktedir. Avrupa’ya İstanbul’dan yayılmış olup, süs bitkisi olarak yer yetiştirilmektedir. Lâz kirazı, Gürcü kirazı ve Karayemiş olarak da bilinir.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Kuzey Anadolu.

Tatula: (Weichhaariger / Stechapfel / Liseron de Provence / Downy thorn-apple / Boru çiçeği / Şeytan elması / Eşek hıyarı / Dikenli elma / Stramoine / Datura)

20-100 cm yüksekliğinde, dik gövdeli, bir senelik otsu, zehirli bir bitki. Tatula, şeytan elması olarak da bilinir. Yapraklar saplı, büyük, oval, kenarları tam, az girintili veya sivri lopludur. Çiçekler beyaz ve büyüktür. Çanak yaprak uzunsu bir tüp seklinde, tepede 5 lopludur. Taç yapraklar uzun bir huri şeklindedir. Meyveler 3-4 cm boyunda, üzeri dikenli, 4 yarıklı olup çok tohumludur. Dünya üzerinde tespit edilmiş 10 kadar boruçiçeği türünden yalnız iki tanesi memleketimizde bulunmaktadır. Batura stramonium ve D. metel. Organik madde bakımından zengin bos tarlalar, harabeler, hendek ve yol kenarlarında bulunur. Nadiren çiçekleri için bahçelerde yetiştirilmektedir.

: (Dar-i Çin / Cinnamomum / Cinnamon / Cannelier)

(Europaisches / Alpenveilchen / Cyclamen / Sowbread / Domuz turpu / Topalak / Akdiken / Yer somunu / Siklamen)

Kis sonu veya ilkbaharda çiçek açan, 5-15 cm yüksekliginde toprak altında yumruları bulunan çok yıllık ot. Topalak ve yer somunu olarak da bilinir. Toprak altında 1.5-5 cm çapında, yan ve alt kısımlarından kökler çıkan, basık küre şekilli ve az tüylü bir yumrusu vardır. Yaprakların hepsi dipte, uzun saplı, dâireye yakın böbrek biçiminde, üst yüzü yeşilli-beyazlı, alt kismi kırmızı veya morumsu renklidir. Çiçekler tek baslarına, hafif kokulu, pembe veya pembemsi mor renklidir. Taç yaprakları tersine dönmüş 5 parçalı tüp şeklinde, parçalar geniş-oval şekilli, dip kısımları lekeli. Tohumlar çok adette esmer renklidir. Memleketimizde 35 kadar türü vardır.

: (Gartenkresse / Cresson / Garden cress / Lepidum sativum)

20-50 cm boylarında, beyaz veya morumsu renkli çiçekler açan, bir yıllık otsu bitkiler. Meyvelerinin tek tohumlu olmasıyla su teresinden ayrılır. Yabânî olarak bulunmakla berâber, kültürü de yapılmaktadır. Kerteme olarak da bilinir.

Su teresi (Nasturtium officinale): Beyaz çiçekli, parçalı yapraklı, çok yıllık otsu bir bitki. Su kenarlarında yetişir. Özel bir kokusu ve batıcı bir lezzeti vardır. Kardamot adıyla da bilinir.

: (Rettich / Radieschen / Radis / Radish / Hilb / Raphanus / Raphanus sativus)

Sari çiçekli, kültürü yapılan bir yıllık bitkiler. Birçok çeşitleri kökü veya tohumu için yetiştirilir. Salata olarak yenen bir sebzedir.Bitkinin yenen kismi da etli olan kazık kökleridir.

Karaturp (Raphanus sativus var. niger): Kökleri yumruk büyüklüğünde, üzeri siyahımsı kabuklu, içi beyaz renklidir. Hardal esansı ve C vitamini ihtivâ eder. Kökleri salata olarak yenir. İştah açıcı, idrar ve safra söktürücü etkileri vardır.

Kırmızıturp (Raphanus sativus var. radicula): Bu çeşidin kökleri ceviz büyüklüğünde üzeri parlak kırmızı renklidir. Hardal esansı, C vitamini taşır. Salata olarak yenir. Kuvvet verici, iştah açıcı ve balgam söktürücüdür.

Yabanî turp (Raphanus raphanistrum): 20-50 cm boylarında, sarı çiçekli, Anadolu’da yabânî olarak yetişen, tüylü ve otsu bir bitkidir. Kökü ve yapraklari hardal esansı taşır. İştah açıcıdır.

: (Bigarade / Bigaradier / Bitter orange)

1-6 m boylarında, kışın yapraklarını dökmeyen, beyaz renkli çiçekler açan ağaçlar. Yapraklar saplı, derimsi, sivri uçlu, üst yüzü parlak alt yüzü mat yeşil renklidir. Yaprak sapları kanatlıdır. Çiçekler tek veya birkaçı bir arada toplanmış olup, çiçek durumları teşkil ederler. Meyveleri küre seklinde, sarımsı veya hafif yeşilimsi renklerde, 7-15 dilimlidir. Dilimler ekşi, acımsıdır.

Türkiye’de yetiştiği yerler: Akdeniz bölgesi.

Püf Noktaları

Püf Noktaları

Tuz rutubetsiz yerde saklanmalıdır. Tuzluklarınızın içinde 15-20 adet pirinç bulundurursanız rutubeti alır.

Kullanacağınız un beyaz olmalı ve rutubetsiz yerde saklanmalıdır.

Süt taze olmalı ve tercihen inek sütü kullanılmalıdır. Pek çok yumurtalı yemek taze olmayan yumurta ile istenilen lezzette olamazlar.

Tuzsuz tereyağı az az alınıp kullanılmalıdır. Fakat iki - üç kilo kadar tereyağı da su içinde bir süre bozulmadan tazeliğini koruyabilir.

Baharatların bulunduğu yerler, fena kokulu olmamalı, yaş olmayan, havadar, serin ve doğrudan güneş ışığı almayan yerlerde tutulmalı ve yağmur altında bırakılmamalıdır.

Ambalajı açılmış salam, sosis gibi şarküteri ürünlerini buzdolabında 3 gün tutabiliriz. 3 gün içinde tüketilmeyecekse dondurarak bu süreyi 6 aya kadar uzatabiliriz.

Bezelyeleri ayıkladıktan sonra imkanınız varsa hemen pişirin.Çünkü bezelyeler hemen kuruyup sertleşebilir.Bu bezelyeleri bir gün kadar soğuk su içinde bekletirseniz, yeniden dirildiklerini görürsünüz.

Taze nane, dereotu, fesleğen gibi otları bozulmadan saklamak için bu otları ince ince kıyıp porsiyon halinde folyoya sararak derin dondurucuda dondurabilirsiniz. Bunun yanında otları ince ince kıydıktan sonra buz kalıplarına koyup buzlukları su ile doldurarak da dondurabilirsiniz. Ayrıca ince kıyılmış otları kavanozlara koyup sıkıştırdıktan sonra üstüne sirke, kaya tuzu ya da sıvı yağ koyarak buzdolabında bekletebilirsiniz.

Domatesler yemeğe konulurken önceden kaynar suya batırılıp kabukları soyulmalı ve çekirdekleri çıkarılmalıdır.

Kurabiyelerinizin zamanla sertleşmemesi için, kapağı çok iyi kapanan teneke bir kutuda, yanlarına bir iki dilim elma koyarak saklayın. Böylece orada kaldıkları sürece elma gerekli olan nemi sağlar ve kurabiyeleriniz sertleşmeden uzun süre taze kalır.

Ekmeklerin uzun süre dayanması için bir torbaya koyup hava almasını engelleyin. Böylece 5-6 gün bayatlamadan dayanmasını sağlamış olursunuz. Ekmeklerinizi ekmek kutusunda muhafaza etmeyi düşünüyorsanız, küçük bir kabın içine bir miktar tuz koyup ekmek kabınızın bir köşesine yerleştirin. Ekmekleriniz daha geç bayatlamış olur.

Kahvenin zamanla tadı bozulur. Bayat bir kahve ikram sırasında sizi zor durumda bile bırakabilir. Bunu engellemek için kahve kavonozuna 2-3 tane kesme şeker atarsanız, farkı görürsünüz.

Sucukları serin bir yerde asmak yetmez. Zamanla üstleri beyaz bir küf kaplar. Zaman zaman sucukların üstünü, yarıya kestiğiniz bir limonla silin. Küflenmesini önlersiniz.

» Turşulu Ördek
» Portakallı Ördek
» Pilavlı Bıldırcın
» Güveçte bıldırcın
» Domates Çorbası
» Dereotlu Çorba
» Den Çorbası
» Brokoli çorbası
» Breton çorbası
» Börek Çorbası
» Bolu Tarhana Çorbası
» Bıldırcın Şiş
» Bıldırcın Kağıtta
» Bıldırcın Izgara
» Bezelye Çorbası
» Balkabağı çorbası
» Balık Çorbası
» Ayran Çorbası
» Andaloz çorbası

3 Eylül 2007 Pazartesi

ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN KANSER HASTALIKLARININ GENEL DURUMU VE TEDAVİLERİ

ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN KANSER HASTALIKLARININ GENEL DURUMU VE TEDAVİLERİ

Kanserin sıklığı nedir?

Kanser yeni doğmuş bir bebekte de görülebilmekle birlikte yaş ilerlemesine paralel olarak görülme sıklığı artan bir hastalıktır. Doğumdan itibaren 15 yaşına kadar olarak kabul edebileceğimiz çocukluk dönemi boyunca kanser ile karşı karşıya kalma riski yaklaşık 1/500'dür. Ülkemizde çocukluk çağı yaş grubunda her yıl yaklaşık 2000-2500 yeni kanser olgusu beklenmektedir.

Çocuklarda görülen kanserler nelerdir? Erişkinlerden farklı mıdır?

Erişkinlerde görülen tümörlerin büyük çoğunluğunu oluşturan akciğer kanseri, mide ve barsak kanserleri gibi epitelyal kökenli tümörler çocuk yaş grubu tümörlerin sadece %2'lik bir kısmını teşkil eder. Çocuklarda görülen kanserlerin sıklığı aşağıdaki gibidir:

Hastalık

%

Lösemi

33

Lenf Bezi Tümörü

25

Beyin Tümörleri

10

Böbrek Tümörü

7

Sempatik Sinir Tümörleri

6

Kas Tümörleri

6

Kemik Tümörleri

3

Göz İçi Tümörleri

1

Diğer

9



Kanser genetik bir hastalık mıdır ?

Bir hastada kanser gelişimi genellikle tek bir kalıtsal gen bozukluğuna bağlanamamakla birlikte, hücre düzeyinde düşünüldüğünde kanser genetik bir hastalıktır. Her insan hücresi çok karmaşık ve iyi düzenlenmiş bir genetik program ile normal hücre büyümesini ve farklılaşmasını kontrol eder. Bu düzenleyici programın aksaması kontrolsüz hücre büyümesine ve çoğalmasına yol açarak kansere neden olur. Bu programın aksaması kansere neden olan hücrede çevresel faktörlerin de etkisi sonucu, genetik mutasyonların ortaya çıkması ile gerçekleşir. Bu mutasyonlar kanser hastasındaki normal hücrelerde bulunmazlar. Buna karşın kişinin tüm hücrelerinde var olan ve sonraki kuşaklara aktarılabilen genetik bozukluklar da nadir olarak bulunmaktadır.

Çocuklarda kanser nedenleri nelerdir?

Çocuklarda kanser nedenleri şunlardır:

- Kalıtsal faktörler %5

- Sebebi bilinmeyen %15

- Çevresel faktörler %80-X

- Kalıtsal + Çevresel faktörler %X



Bugün için çocukluk çağı kanserlerinde tek başına kalıtsal faktörlerin rolü ancak %5 civarındadır.

Göz içi tümörlerinde bu oran %40 kadardır. Bazı ailelerde menopoz öncesi meme kanseri, beyin tümörleri, kemik tümörleri, akciğer tümörleri, yumuşak doku tümörleri daha sık görülür. Yapılan çalışmalarda bu ailelerin bir kısmında genetik şifreyi kontrol eden genlerde bir bozukluk saptanmıştır. Normalde hücre bölünmesi sırasında genetik şifrede bir bozukluk olursa bu genler aracılığı ile hücre bölünmesi durdurulur ve bozukluk tamir edilirse bölünme devam eder, aksi halde yani bozukluk tamir edilemiyorsa hücre intihara sevk edilir. İşte bu kontrol genleri ile ilgili bir bozukluk varsa kanser gelişme riski artar. Bu tür ailelerde çocukluk yaş grubunda kanser gelişme riski normale göre 20 kat kadar artmıştır. İkiz eşinde lösemi saptanmış ise ve tanı yaşı 5 yaşın altında ise diğer ikizde lösemi gelişme riski 1/5'tir. Özellikle vücut savunma mekanizmalarında bozukluklar olmak üzere bazı nadir kalıtsal hastalıklarda da kanser gelişme riski artmıştır.

Çevresel faktörlere bakacak olursak, erişkinlerdeki gibi örneğin sigara içimi ile akciğer kanseri arasındaki güçlü ilişkiye benzer şekilde çevresel faktör yoktur. Anne veya babanın gebelikten önce maruz kaldıkları bazı ajanlar (alkol, bazı ilaçlar, zirai öldürücüler, kimyasal çözücüler, metal, petrol ve boya ürünleri, saç boyaları) çocuklarda beyin tümörü, lösemi, böbrek tümörü, karaciğer tümörü ve lenfoma gibi hastalıklara yakalanma şansını arttırdığı düşünülmekle birlikte bu ajanların kesin olarak hastalığa yakalanma riskini arttırdığı kanıtlanamamıştır.

Bazı lenfoma türleri ile virüslerin ilişkisi vardır. Örneğin Afrika'da sık olarak görülen Burkitt lenfoma denilen lenfoma türü ile Epstein Bar Virus denen bir DNA virüsü arasında ilişki vardır; bu tümör özellikle çene ve karın bölgesini tutar.

Yüksek gerilim hattına yakın yaşayanlarda kanser sıklığının biraz daha fazla olduğuna dair yayınlar mevcuttur, ancak bu kesin kanıtlanamamıştır. Cep telefonu kullanımının da özellikle beyin tümörü gelişimine katkıda bulunduğu ileri sürülmüş ancak bu da kanıtlanamamıştır.

Radyasyona maruz kalmak bir diğer önemli çevresel faktördür. Gebelik sırasında film çekilmesi halinde bunun vereceği radyasyon dozu ile çocukta kanser gelişme riski yaklaşık 2-5 kat fazladır. Atom bombasının yaptığı radyoaktiviteye maruz kalanlarda da kanser gelişme riski olay bölgesin yakınlığa göre değişir. Çernobil kazasından sonra radyasyona maruz kalınması ile Karadeniz Bölgesinde kanser sıklığında artış olduğu yönünde iddialar vardır. Ülkemizde sağlık verileri yeterli olmadığından ve önceki sıklığını bilmediğimizden bu konuda yorum yapmak zordur. Ancak bize benzer ülkelerin (örneğin Bulgaristan, Yunanistan gibi) verilerin baktığımızda çocukluk dönemi kanserleri içinde sadece tiroid bezine ait kanserlerin bir miktar arttığını görüyoruz.

Kanser bulaşıcı mıdır?

Hayır, bulaşıcı bir hastalık değildir. Bazen tedavi gören hastaların özellikle beyaz küresi düşük olduğu dönemlerde kalabalık yerlere gitmemesini, maske takmasını öneriyoruz. Bunun nedeni hastalığın bulaşıcılığından değil, normal kişilerde basit bir nezle-grip gibi hastalık yapan ajanların bu kişilerde ölümcül dahi olabilen ciddi hastalıklara yol açabilme riskinin bulunmasındandır.

Çocuklarının kanser olmasında anne veya babanın hatası var mıdır?

Bir çocukta kanser teşhisi konduğunda ailenin ilk tepkisi hastalığı kabul etmemek, teşhisin yanlış olabileceğini öne sürmek şeklinde olmaktadır. Hastalığın doğru olduğunun anlaşılmasından sonraki aşamada bu kez aile çocuğun bu hastalığa yakalanmasıyla ilgili kendilerini veya birbirlerini suçlama yoluna gidebilmektedirler. Yukarda da belirtildiği gibi kanserlerin büyük çoğunluğunda neden hala bilinmemektedir. Çocuğun bakımıyla, çok kötü olmadığı sürece beslenmesiyle, enfeksiyonlarla ilgisi yoktur. Gebelik sırasında ultrasonografi yapılması kanser riskini arttırmaz. Annenin gebelik sırasında sigara içmesi ile çocukta kanser gelişme riski arasında bir ilişki bulunamamıştır.

Kanser tanısı almış bir çocuğun kardeşlerinde de kanser gelişme riski var mıdır?

Bazı tümör tiplerine ve yaşa göre bazı değişkenlikler göstermekle birlikte kanser tanısı almış bir çocuğun kardeşinde de kanser gelişme riski normal populasyona göre iki kat artmıştır.

Çocuklarda kanserin belirtileri nelerdir? Ne zaman hekime başvurmalıdır?

Kanser her organ veya dokudan köken alabilir. Köken aldığı yere ve tümörün cinsine göre de belirtiler farklılık oluşturur. Kanserin hemen her yerden köken alabilmesi nedeniyle belirtilerde bir çok hastalığı taklit edebilir. Dahası aşağıda sayılan belirtilerin çoğunda kanser dışındaki hastalıkların saptanması ihtimali çok daha yüksektir. Önemli olan şikayetlerin ciddiye alınması ve geç kalınmadan bir hekime başvurulmasıdır. Hekim şüphelendiği zaman gerekli incelemeleri yapacak veya ilgili uzmana gönderecektir.

A) Genel Belirtiler

- Nedeni bilinmeyen ateş

- İştahsızlık

- Kilo kaybı

- Terleme

- Halsizlik

- Yorgunluk

B) Hematolojik Belirtiler

- Solukluk

- Kanamalar

C) Baş ve Boyun Bölgesi

- Deri altı şişlikleri

- Gözde şişlik, kedi gözü, şaşılık

- Çenede şişlik

Boyunda şişlik (hemen tüm çocuklarda enfeksiyonlara yanıt olarak lenf bezlerinde büyüme görülür. Belirli boyutun üzerine çıkan, birlikte diğer bulguları olan, enfeksiyon tedavisine yanıt vermeyen, giderek büyüyen lenf bezleri ciddiye alınmalı ve hekime başvurmalıdır.

Teşhis nasıl konulur?

Yukarda sayılan bulgulardan birisi ile hekime başvuran hastada hekim muayene bulguları ile de şüphelenir ise;

- Lösemi tanısı tam kan sayımı ve kemik iliği incelemesi ile kısa süre içinde konulabilir.

- Diğer tümörlerde:

- Genellikle öncelikle görüntüleme yöntemleri ve bazı laboratuar testleri yapılır.

- Şüphe devam ediyorsa gerekirse cerrahi müdahale ile ilgili tümör ya tam çıkarılır ya da parça alınarak patolojik inceleme ile teşhis konulur.

Erken teşhis için neler yapılmalıdır?

Kansere özgü bir bulgu yoktur. Çocuklarda kanser saptanması için tarama niteliği taşıyan muayene veya test yoktur, ancak şüphelenilen hastada inceleme yapılır. Bazı Uzakdoğu ülkelerinde sempatik sinir kaynaklı tümörler için tarama testleri yapılmaktadır.

Kanser tedavisi nasıl yapılır?

Kanser tedavisi multidisipliner bir yaklaşım gerektirir:

- Cerrahi tedavi

- İlaç tedavisi (kemoterapi)

- Radyoterapi

- Destek tedavisi

- Tedavinin yan etkilerine yönelik tedavi

- Koruyucu tedavi

- Psikolojik tedavi

Tedavi süresi ne kadardır?

Tedavi süresi teşhis konulan hastalığın cinsine göre değişkenlik göstermekle birlikte 6 ay-2 yıl arasında değişen tedaviler uygulanır.

Tedavinin başarı şansı nedir?

Çocukluk yaş grubu kanserlerinde bugün için 5 yıllık yaşama şansı %20 civarındadır. Bu hastalığın cinsine ve tanı konulduğu andaki yayılma derecesine bağlıdır. Bu nedenle kanser şüphesi olan hastalarda bir an önce tanıya giderek tedaviye başlamak hedeflenmelidir.

Hastalığın tekrarlama riski nedir?

Tedavi ile kontrol altına alınmış ve tedavisi tamamlanarak kesilmiş hastalarda, hastalığın tekrarlama riski ilk yıl için en fazladır. Bu nedenle tedavisi bitmiş hastalar, hastalığın tekrarlama şansı ve tedavinin geç yan etkileri açısından düzenli aralıklarla izlenmeleri gereklidir.

(MDS) MYELODİSPLASTİK SENDROM NEDİR?

(MDS) MYELODİSPLASTİK SENDROM NEDİR?

MYELODİSPLASTİK SENDROM (MDS)

MDS hastalıkları kan ve kemik iliğine etki eden hastalıklardır. MDS genç ve çocuklarda da görülmekle birlikte aslında 60 ve üzeri yaşlarda görülen bir hastalıktır. Erkeklerde kadınlara oranla iki kat daha sıktır. MDS’nin tam nedeni bilinmemekle birlikte pestisit, herbisit ve kurşunsuz benzinde yer alan kimyasal benzene maruz kalma gibi faktörlerle ilişkili olduğu bilinmektedir. Bazen MDS lösemiye, özellikle de akut miyeloid lösemiye (AML) dönüşebilmektedir.

Sağlıklı bir kemik iliğinde kök hücreler üç tip kan hücresi –eritrosit, lökosit, trombosit- üretir. MDS’li hastalarda ise kemik iliği bu üç tip kan hücresini kan dolaşımına vermek yerine olgunlaşmamış kan hücreleri yani blastlar meydana getirir. Blast hücreleri normal kan hücrelerinin görevini yapamadığı gibi kemik iliğinde birikirler ve daha ileri zararlara da yol açabilirler.

Semptomlar:
MDS’ nin en belirgin semptomu kansızlıktır.
Eritrosit eksikliğinden kaynaklanan:
- halsizlik, nefes darlığı, solgun görünüm
Trombosit eksikliğinden kaynaklanan:
- ciltte sık sık çürükler meydana gelmesi veya kesiklerin çok güç durması
Lökosit eksikliğinden kaynaklanan:
- sık sık enfeksiyona yakalanma
Tanı:
MDS bu semptomlara sahip tek hastalık olmadığı için, kesin bir tanı ancak kan ve kemik iliği örneklerinin yakından incelenmesi sonucunda konabilir. Bunun yapılabilmesi için bir hematolog tarafından hastadan alınan kan örneğinde hangi kan hücrelerinin problemli olduğu belirlenir, ayrıca konulan tanının doğrulanması ve MDS tipinin belirlenebilmesi için kemik iliğinden bir örnek alınıp incelenmelidir.

Şu anda uygulanan klasik tıbbi tedavileri:
MDS tedavisinin şekli, hastalığın tipine, hastanın yaşına ve genel sağlık durumuna göre değişir.

MDS nin klasik tıbbi tedavi şekilleri:
1. Destekleme tedavisi
2. Büyüme faktörleri (daha fazla sayıda normal kan hücresi üretebilmek için)
3. Kemoterapi
4. Hematopoietik kök hücre nakli


1- Destekleme tedavisi:
MDS hastalarının çoğunun 60 yaş ve üzeri olmasından dolayı hastalarda başka sağlık problemleri de söz konusudur. Bu nedenle MDS’li hastalar için daha zorlu tedavi yöntemleri yerine destekleme tedavisi tercih edilir. Bu tedavinin amacı MDS’yi yok etmek değil, hastaya eritrosit ve trombosit takviyesi yapma, antibiyotik ve diğer ilaçların kullanımı ile hastalığın semptomlarını kontrol altına almaktır. Refrakter anemili hastalarda bu tedavi oldukça etkilidir.

2-Büyüme Faktörleri:
MDS hastaları bazen vücutlarında daha fazla sayıda lökosit üretilebilmesi için büyüme faktörleri ile tedavi edilirler. Büyüme faktörleri ile tedavi özellikle ilerlememiş MDS hastaları için yararlı olmaktadır.

3-Kemoterapi:
Hastalığı daha ileri safhada olan ya da daha da kötüleşen MDS hastalarında kemoterapi daha çabuk sonuç vermektedir. Ne yazık ki kemoterapi sağlıklı hücrelerin de ölümüne yol açar, bu nedenle MDS hastalarında bulantı, halsizlik, yüksek enfeksiyon riski gibi yan etkiler görülür. Bu zararlı yan etkilerden dolayı kemoterapi tüm MDS hastalarına uygulanamamaktadır. Bilimsel çalışmalar, kemoterapi ile birlikte büyüme faktörü tedavisinin daha fazla MDS hastasına yardımcı olup olamayacağını test etmektedir.

4-Hematopoietik Kök Hücre Transplantasyonu:
Kök hücre nakilleri bazı MDS hastalarının tedavisinde kullanılmaktadır. Bu tip nakillerde kemik iliği yüksek doz kemoterapi ve/veya radyasyon ile tahrip edilen hastaya sağlıklı kan kök hücreleri verilir. Sağlıklı kök hücreler normal yani sağlıklı kan hücrelerini oluşturarak hastalığı ortadan kaldırırlar. Nakil öncesi terapi hasta için çok ağır olacağından kök hücre nakilleri yalnızca 50 yaş altındaki MDS hastalarına uygulanır. Bununla birlikte yeni teknikler bu durumu değiştirebilmektedir. Myeloablatif olmayan nakillerde hastayı nakle hazırlamak için daha düşük doz kemoterapi uygulanır. İleride MDS hastaları için Myeloablatif olmayan nakil uygun bir tedavi yöntemi olarak belirlenebilir.
Kök hücreler üç tip kan hücresine-eritrosit(kırmızı kan hücresi), lökosit(beyaz kan hücresi) ve trombosit(kan pulcuğu)- dönüşecek olan olgunlaşmamış hücrelerdir.

Nakillerde kullanılan kök hücreler kemik iliği, kordon kanı ve periferik kandan elde edilmektedir. Kemoterapi uygulanan ve remisyonda olan bazı genç hastalarda nakil için hastanın kendi kök hücreleri kullanılmaktadır. Hasta nakil öncesi terapiye tabi tutulurken kemik iliğinden kök hücreler toplanır ve dondurulur ve daha sonra tekrar hastaya aktarılır. Ancak yine de kök hücreler genellikle bir vericiden elde edilmektedir. Nakle gidilecek bir hasta için doktoru ailenin doku tiplemesini yapıp akraba içinden herhangi bir uygun verici olup olmadığını saptamalıdır. Eğer akrabalardan herhangi birinde hasta ile uyum görülmez ise hastanın doktoru Kemik İliği Bankamıza ve bankamız aracılığı ile Dünya Kemik İliği Bankasına uygun verici için başvuruda bulunur.

Ünlü herbalist ATABAY GÜVELOĞLU'NA göre MDS'NİN OLUŞUMU VE BİTKİSEL İLAÇLARI İLE KESİN TEDAVİLERİ...

MDS nasıl oluşuyor?

Güveloğlu'nun çalışma ve gözlemlerine göre MDS sorununun ana oluşum nedeni aşırı strese maruz kalmadır. Yani psikosomatik'tir. Bu faktör, yukarıdaki diğer faktörlerden daha ağır basmaktadır.

1983 yılından bu yana kendisine başvuran MDS hastalarının ortak öykülerinde, uzun süreli üzüntüler, ölüm ve ayrılıklar, maddi bunalımlar ve çaresizlikler bulunmaktadır. Pek çok öldürücü hastalığın (lösemi türleri dahil) büyük oranda tetikleyici faktörü stres yoğunluğu olduğu gibi MDS de de yine aynı faktör öne çıkmaktadır. İnsan beyni,hayatiyet taşıyan pek çok organımızı, elektriksel ve hormonsal uyarılarla koordineli olarak yöneterek çalıştırır. Kalbimiz, akciğerlerimiz, karaciğerlerimiz, barsaklarımız ve böbreklerimiz gibi kan hücreleri üreten bir fabrikamız olan omuriliğimiz de yine beyinden gelen elektriksel uyarılarla çalışır. Bu çalışma temposu bizim istemimiz dışında oluşan bir düzendir.

İşte bu düzenin çalışmasına bir örnek verirsek; ani bir acı haber alan bir insan kalp krizi geçirerek ölebilmektedir. Bunun pek çok örneğini duymuşsunuzdur. Aslında, ölen bu insanın bundan önce hiçbir kalp hastalığı yoktur. Ölüm nedeni kalp sektesi olmasına karşın, ana nedeni, aldığı haberden dolayı kişinin beyin hücrelerinin ürettiği ve gerektiği organa gerektiği kadar dağıttığı elektrik yükü birden 80-100 misline çıkmıştır ve sinir ağı ile kalbe birden boşalarak kalbin çalışma düzenini, tıpkı bir elektrik çarpması gibi bozarak durmasına neden olmuş ve öldürmüştür. Durum aynen böyledir.

Bu elektriksel aşırı yükün ve dalgalanmaların şiddetine göre bazen barsakların çalışması bozulur ve sinirsel kolit denilen "spastik kolon" ortaya çıkar. Bazen karaciğer ve safra kesesi tembelliği oluşur. Bazen beynin kendi dağıtım düzeni bozularak "Epilepsi" yani sar'a hastalığı oluşur. Böbreklerin çalışması azalarak üremi ortaya çıkar. Özetle, stres, derecesine göre istemimiz dışında çalışan organlarımızın çalışma düzenini bozar. Bu insanlar aslında yaratılış olarak da temiz karakterli ve duygusal insanlardırlar. Hayatta,yaşamda olan anormalliklerden,diğer insanlardan daha fazla etkilenirler.

İşte, MDS nin oluşumu da böyledir. Normal düzeninde çalışarak kan hücreleri üreten kemik iliği, strese bağlı olarak beyinsel uyarıların azalması veya spazm yaparak durması ile faaliyetini azaltır veya tamamen durdurur. Faaliyetini yavaşlatması ile MDS gibi kan eksikliği sorunları ortaya çıkar. Akut haldeki bu durumda omurilikte atipik blast (kanser) hücreleri henüz oluşmaz. Yukarıda ilk bölümde açıklandığı gibi anormal kan hücreleri üretimi ve semptomları ortaya çıkar. semptomların ortadan kaldırılmasına yönelik tıbbi tedavilerden bir süre, durum kendiliğinden veya yıkıcı olmayan bazı ilaç ve besinlerle, aynı zamanda yüksek moral bulmakla düzelebilir. Düzelmez ise bir süre sonra, omuriliği de koruyan, vücudun askeri, polisi olan lokositler, yani akyuvarların sayısı çok azaldığı için bu defa aslında zaten insanların pek çoğunda bulunan ve bir gen olarak sessiz duran kanser hücreleri, bu korumasız ve savunmasız ortamda ortaya çıkarak MDS sorunu bir kan kanseri, yani "Lösemi" sorununa dönüşür. Omuriliğin tamamen durmasından sonra bu gelişmenin sonucunda adı AML , ALL, KML, KLL gibi isimlendirilen kan kanseri (Lösemi) hastalıkları ortaya çıkar. Genellikle AML olarak görülür.

Tedavisi nasıl olmalıdır?

Güveloğlu'na göre gerek MDS nin, gerekse lösemi hastalıklarının tam bir tedavisi için mutlaka kemik iliği ile beyin arasındaki koordinenin tekrar sağlanması gerekmektedir. Bu güne kadar kurtardığı MDS ve lösemi hastalarında, durum ilk dönemde (2-3 aylık tedaviler) yukarıdaki klasik tıbbi tedaviler ve güçlü doğal kökenli vitaminlerle ve minerallerle" stabil " hale getirilmeli, yani hasta biraz toparlanılmalı, geçici de olsa hayata döndürülmelidir. Bu aşama, MDS aşamasında henüz blast hücreler oluşmadığı için bu anemik, bitkin ve çok düşük lokositlerden dolayı fırsatçı enfeksiyonlara açık olan hastaya asla kemoterapi yapılmamalıdır. Daha hafif ama yeterli etkiyi yapacak sitotoksik, sitostatik ilaçlar, antibiyotikler, yüksek vitamin ve minerallerle yapılmalıdır. Bu durumun takibi yakın doktor ilgisini gerektirir.

Stabil hale getirilen hastanın artık kemik iliğinin beyin tarafından uyarılarak faaliyete sokulması gerekmektedir. Bunu hiç bir kimyasal veya sentetik madde ile yapmak mümkün değildir. Bu insanın yaratılış doğasına aykırıdır. Bu derece hassas bir organ hiç bir doğal olmayan maddeyi kabul etmez, yanıt vermez, hatta zarar görür. Zaten klasik tıp da buraya geldiğinde durmaktadır. Bu nedenle MDS ve LÖSEMİ hastalarına radikal bir tedavi bulunamamıştır.

SONUÇ OLARAK:

MDS ve LÖSEMİ sorunları ile karşılaşanlar mutlaka Güveloğlu'na başvursunlar diyoruz. Bu tedavisi aslında Güveloğlu'na ödül verilmesini gerektiren dünya çapında büyük bir başarıdır.

Sağlıklar dileğimizle

Tedavilerin başarı oranları, hastanın daha önce gördüğü sonuçsuz,oyalayıcı ve yan etkili tedavileri, yaşı, cinsiyeti, genel durumu, kan sayımı ve soru

Tedavilerin başarı oranları, hastanın daha önce gördüğü sonuçsuz,oyalayıcı ve yan etkili tedavileri, yaşı, cinsiyeti, genel durumu, kan sayımı ve sorunun metastaz (yayılım) durumları ile orantılı olarak değişmektedir. 1983 den bu yana isteyenlere uygulattığımız bilimsel, bitkisel ilaçlarla kanser tedavilerinin başarı oranları ortalaması % 50 dir.

Bu ortalama da, Güveloğlu'nun formüllerinin, medikal tedavilerde şu anda dünyanın en ileri kanser tedavisi olduğunun bir göstergesidir...

Güveloğlu bu oran ve sonuçları her zaman tarafsız bir bilim kurulu önünde,poliklinik deneylerle ispata hazırdır!


İŞTE; DÜNYAYA ÖRNEK BİR TEDAVİMİZ DAHA:
KÜÇÜK AZRAY'I DA LÖSEMİDEN, ÖLÜMDEN KURTARDIK!

Azra Demir 4,5 yaşında dünya tatlısı bir kız çocuğudur.Rize'de bir sağlık görevlisinin küçük kızı... İki yıl önce konulan tanının adı bile insanları ürpertmeye yetiyor. AML-M4 LÖSEMİ... Dünyada çaresi olmayan çaresiz bilinen, kemoterapilerle ömrü uzatılmaya çalışılan sorun!
Hani diğer adı ile
"KAN KANSERİ" olan.Hani devletimizin kesesinden yüz milyarlarca para verilerek uygulanan kemoterapilerle, kemik iliği nakilleri ile hastaları ancak bir-iki yıl yaşatılabilen öldürücü hastalık...Hani duygu sömürüsü yapılarak, tedavi edilerek kurtarılıyormuş gibi gösterilen ve sözde yardım ve araştırma derneklerine trilyonlarca lira bağış yapıldığı halde nereye gittiği belli olmayan, başkanlarının soruşturmalara uğradığı ve toplanan paraların kaynağı olan öldürücü, ürkütücü hastalık...Hani bu hastalığı özel çalışmaları ve bitkisel ilaçları ile 1987 den bu yana ortadan kaldıran Herbalist Atabay Güveloğlu'nun, bu başarısından dolayı, hayatlar kurtardığı için ilaç firmalarınca ve doktorlarca 20 yıldır resmi kanallı baskılar uygulattıran ve dünyada çaresiz bilinen öldürücü hastalık...
İşte küçük Azra bu soruna yakalanmıştı.Babası
Murat Demir Samsun 19 Mayıs Ün. Tıp.Fak. Hastanesine yatırdı kızını.Ailenin dünyaları yıkılmıştı.Bir kaç kemoterapiden sonra, bu ilaçların yan etkileri ile çocuğun önce barsakları birbirine yapıştı.Sonra akciğerleri iflas etti.Özetle 4 ayda çocuk daha da kötü oldu.Ölüm aşamasına geldiğinde babası, Herbalist Atabay Güveloğlu'nun başarısını duyarak çocuğu o hali ile hastaneden imza karşılığı çıkartıp kendi evine getirdi ve aradığı Güveloğlu'nun telefonda "Ağlamayın sayın Murat bey, sizin çocuğunuzu da kurtaracağım ve yine dünyaya örnek olacak bir tedavi yapacağım.İlaçlarınızı da madem bir sağlıkçısınız, size tedavi boyunca 6 ay ücretsiz, göndereceğim" diyerek özel hazırladığı ve gönderdiği bitkisel ilaçlarına başladılar.İkişer aylık üç dönem bu özel bitki özlerini içirdiler.Her gün biraz daha düzeldi. Bu gün bu kızımızda bu öldürücü sorunun izi bile yoktur...
Sadece kemoterapinin yan etkisi olan barsak sorununu düzeltmeye çalışıyorlar.Ama Lösemi kaybolmuş durumda.
Hiç bir hastalığı kalmamıştır.Hem de hastane raporları ile sabit şekilde... Bu bir tesadüf değildir ve 20 yılda yüzlerce lösemiliyi böyle bu özel bitkisel ilaçları ile kurtarmıştır.
Gerisini, gidiniz size sevgili güzel Azra'nın babası Sayın Murat Demir bey anlatsın arzu ederseniz. Cep tel: 0535 928 00 48
Rize 1 nolu sağlık ocağında görevlidir.

EN SON KURTARDIKLARINDAN BAZI ÖRNEKLER:

İşte son örneği bir doktorun eşidir.Meme kanserinden metastazlar olduğu halde Güveloğlu sayesinde kurtulmuştur.Doktor Serhat Çitoğlu' nun cep telefonu 0533 354 63 84 dür.
Yine son iyileşenlerden birisi de, Samsun Nüfus müdürü Sayın Zeliha Karaman'dır. Meme kanserinden çaresiz kalmış bir insanı Güveloğlu özel bitki özleri ile tamamen kurtarmıştır.
Hatay Emniyet Müdürü Sayın Osman beyin yakını Muzaffer Ayten de akciğer kanseri idi iyileşiyor.
Tümör 7,5 cm. idi iki ayda 1 cm.ye düştü. 6 ayda tamamen kurtulacaktır.



KANSER TEDAVİSİNDE HASTALAR, EN İYİ TEDAVİYİ BULMAK ZORUNDADIRLAR..!

Yukarıdaki çizelge tablo, bu çalışma ve başarılardan haberi olmayan insanlar için şaşkınlık ve şüphe yaratabilir. Çünkü kanser tedavileri konusu, çok istismar edilmektedir. Çaresiz damgası yemiş hastalıklarda kurtulma umudu ile çırpınan insanlar ve yakınları her duydukları kapıyı, doğru veya yanlışlığını araştırmadan çalmaktadırlar. "Kanseri 20 günde ortadan kaldırıyoruz" diyebilme cesaretini ve şarlatanlığını gösteren, kanıtları bulunmayan ve binlerce insanın klasik tedavileri bırakmasına neden olan bu insanlar ne tıp, ne de botanik bilimi ile en küçük ilgisi olmayan para peşindeki dolandırıcılar ve yardımcıları olan bazı sözde medya mensuplarıdırlar.

Hasta insanlarımızın bazıları veya yakınları ölüm korkusu ile "Denize düşenin yılana sarıldığı" misali, doktora gider gibi bu şarlatanlara gitmekte, verdikleri bir takım yetersiz maddeleri kullanarak, daha yüksek şans tanıyan diğer gerçek tedavilerden uzaklaşıp kendi sonlarını getirmektedirler.

Ancak bu sitedeki olay,web sitesinin tamamını incelediğinizde de göreceğiniz gibi,tamamen gerçek ve uzun yıllar yapılan bilimsel çalışmaların bir sonucu olan tedavilerdir. Bu gün,yayınlara göre kıyaslarsak, dünyadaki en ileri başarı oranına sahip kanser tedavi metotlarıdır. Bunu başaran bir Türk araştırmacı olan Herbalist Atabay Güveloğlu'dur. İspatı ise ortadadır.

GÜVELOĞLU'NUN BİTKİSEL İLAÇLARLA KANSER TEDAVİ YÖNTEMLERİ ŞU ANDA EN İLERİ ÜLKELERİN TEDAVİ YÖNTEMLERİNDEN DAHA BAŞARILIDIR .


İŞTE; ATABAY GÜVELOĞLU'NA GÖNDERİLEN KANSERLİ BİR HASTANIN (Multipl myelom) ABD DEKİ KIZININ TEŞEKKÜR E-MAİLİNİ AŞAĞIDA OLDUĞU GİBİ VERİYORUZ:

----- Original Message -----
From: "asli petek"
To: "atabay_güveloglu"

Subject: Re:Çok teşekkürler


Merhabalar Atabay Bey,
Bugün çokkkk mutluyuz. Annem ilaçlara başlayalı henüz 22 gün oldu. Fakat test zamanı gelmişti yaptırdık ve hiç ilerlememiş hatta bir iki değer gerilemiş çıktı. O kadar şaşırdık ve mutlu olduk ki. Bu kadar çabuk sonuç almak mümkün mü? Morali öyle düzeldi ki, simdi şevkle devam ediyor ilaçlara. Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. çok çok teşekkürler. acaba gerçekten tamamen biter mi 6 ayın sonunda? Bize öyle ümit verdiniz ki en zor anımızda. Minnettarız. Size sağlıklı günler diliyorum.
İyi çalışmalar.
Asli Petek

CİLT KANSERLERİ VE TEDAVİLERİ

CİLT KANSERLERİ VE TEDAVİLERİ

Cilt kanserinin sadece Amerika’da yılda bir milyondan fazla yeni vakayla salgın boyutlarına ulaştığını dikkat çeken Mayo Clinic uzmanları sıcak yaz günlerinin kendini hissettirmeye başladığı bugünlerde, açık havaya çıkarken mutlaka koruyucu kıyafetler ve kremler kullanılması gerektiği konusunda uyarıyor.

Kansere yol açan cilt hasarlarının özellikle çocukluk döneminde meydana geldiğini, bu nedenle de çocukları güneşten korumanın çok önemli olduğunu vurgulayan uzmanlar “Cilt kanserinden korumanın en kolay yolu düzenli olarak cildin kontrol edilmesidir. Çoğu cilt kanserinin çıplak gözle önceki güneş yanıklarından dolayı kanser riski taşıyan kişilerin mutlak doktora gözetiminde olması gerekmektedir” dediler.

Cilt kanseri türleri:

Üç değişik cilt kanseri türü vardır. BCC, SCC ve Melanoma

BCC: Her altı yetişkinden birinde görülen BCC yavaşça gelişir, nadiren iç organlara sıçrar. Tedavisi güzelliği bozucu görünümlere neden olabilir.

SCC: Çoğunlukla kırmızı, şekilsiz, kabuklu ya da siğil benzeri şişiklerle ortaya çıkar. İhmal edildiği takdirde iç organlara sıçrama olasılığı yüksek olar bu tür, her yıl Amerika’da 1.200 kişinin olümüne neden olmaktadır.

Melanoma: Cilt kanseri türlerinin içinde en öldürücü olanıdır. Her yıl 38 bin kişiye bu tür melanoma teşhisi konmakta ve bunların yüzde 20’si hayatı kaybetmektedir. Melanoma daha çok varolan benlerde oluşur. Simetrik olmayan, düzensiz sınırlara sahip ya da çeşitli renklerde gölgelemiş benler melanoma için bir işaret olabilir. Diğer bir uyarı da ciltteki pullanmalar, iltihap sızıntıları, kanamalar, kaşıntılar veya ağrılardır.

Tıp dilinde 'Malign Melanom' olarak tanımlanan cilt kanserinin, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek kişilerde daha sık görüldüğü, bunun yanı sıra benler, açık ten rengi, mavi göz, sarı ve kızıl saçların da diğer risk faktörlerini oluşturduğu bildirildi.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilin Dalı Başkanı Prof.Dr. Varol Aksungur, 'Malign melanom'un çoğunlukla deriden kaynaklanan bir kanser türü olduğunu ve Batı ülkeleri ile Avustralya kadar olmasa da Türkiye'de görülme sıklığının son yıllarda artış gösterdiğini söyledi.

Cilt kanserinin, tüm kanserlerin yaklaşık olarak yüzde 3'ünü oluşturduğunu belirten Aksungur,

"Açık ten rengi, rnavi göz rengi, sarı veya kızıl saçlara sahip olma, kolay güneş yanığı gelişimi, üst sosyo-ekonomik düzeyde olmak ve ailede malign melanom bulunması riski artırıyor" dedi. Aşağıda cilt kanserinin önceki ve tedaviden sonraki hali görülüyor

LENF KANSERLERİ ve TEDAVİSİ

LENF KANSERLERİ ve TEDAVİSİ

LENFOMALAR (Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu)

Lenfomalar ,lenfoid doku kökenli hücrelerin yani lenfositler makrofajlar,bunların öncülleri ve bunlardan türemiş olan hücrelerin malign neoplazmalarıdır.Yani bu kanserler vücudumuzdaki bağışıklık sisteminin anormal çoğalması sonucu gelişir.

İki geniş lenfoma türü vardır:



1- Hodgkin lenfoma(Hoçkin lenfoma) 2- Non-Hodgkin Lenfoma

Her ikiside lenfoid dokudan köken almasına rağmen hodgkin hastalığı lezyonlarında REED_STERNBERG dev hücreleri vardır.

Bu girişten sonra bu haftaki konumuz olan NON-Hodgkin hastalığının deri tutulumu ile karakterize iki türü olan Mikozis fungoides ve Sezary sendromu hakkında.Her iki hastalıkta T lenfositkökenlidir. (en sık CD4 fenotipinden)

Mukozis fungoides inflamatuar premikotik dönemle kendini gösterir.Sonra plak dönemi ve tümör dönemi şeklinde ileleme olur.Histolojik olarak,neoplastik T hücrelerinin epidermiste ve üst dermiste ifiltrasyon oluşturduğu görülür. Bu hücreler nükleer membranın belirgin kıvrımlar oluşturması ile karekterize serebriform nükleuslara sahiptir. Hastalık ilerledikçe lenf nodlarına ve organlara yayılım görülür.Mukozis fungoidesin tanısı lenf ve doku biopsisi ile konulur.

Sezary Sendromu,deri tutulumunun jeneralize(yaygın)eritrodermi ile kendini gösterdiği ve serebriform nükleuslara sahip Sezary hücrelerinin lösemik yayılımının görüldüğü bir durumdur.Sezary hastalığının tanısı;periferse Sezary hücrelerinin görülmesi ile konur.

Plak yada tümör dönemindeki mikozis fungoides vakalarının %25'inde dolaşımda Sezary hücreleri mevcuttur.

Tedavilerİ alkilleyici bir kemoterapötik ilaç Nitrojen Mustard ve Psoralen ve ultraviyole A'(PUVA) nın birlikte kullanılması ile yapılır.Bu tümörlerlü hastalaarın ortalama yaşam süresi 8-9 yıldır.

HODGKİN'S DIŞI LENFOMALAR Non-Hodgkin Lenfoma

Lenf sistemi bedenin bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Vücudun hastalıklar ve enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olur. Lenfatik sistem ince lenf damarlarının oluşturduğu ve kan damarları gibi dokulara ulaşan ve bütün vücudu saran bir ağ oluşturmaktadır. Lenf damarları renksiz bir sıvı olan lenf sıvısı taşır. Lenf sıvısı enfeksiyonlarla savaşan ve lenfosit adı verilen hücreler içerir. Bu damarlar ağı içinde lenf bezleri adı verilen küçük organlar mevcuttur. Lenf bezleri kümeler halinde, başlıca kol altında, kasıkta, boyunda, göğüste ve karında bulunurlar. Dalak, timus, bademcikler ve kemik iliği de lenf sisteminin birer parçasıdır. Lenf dokusu ayrıca mide, barsaklar ve deri gibi bedenin diğer bölümlerinde de bulunur. Kanser vücüdun temel yaşam birimi olan hücrede başlayan bir grup hastalığın ortak adıdır. NHL'yı anlamak için, normal hücreler hakkında bilgi sahibi olmak ve kanser durumunda neler değiştiğini bilmek yararlı olacaktır:

Beden pek çok değişik tipte hücreden oluşmuştur. Normalde, hücreler ancak gerek olduğu zaman büyür ve başka hücreler oluşturmak üzere bölünürler. Bu düzenli süreç vücudun sağlıklı kalmasını sağlar. Bazen yeni hücrelere gerek duyulmazken de hücreler bölünmelerini sürdürür. Bu durum o bölgede doku miktarının uygun olmayan biçimde artmasına, dokularda büyümeye, kalınlaşmaya ya da bir kitlenin ortaya çıkmasına yol açar. Bu kitleye tümör denir. Tümörler iyi huylu (kanserli olmayan) ya da kötü huylu (malin, kanserli) olur.

NHL'da, lenf sistemi içindeki hücreler anormal özellikler kazanır: Çok hızlı bölünür, düzensiz ve denetimsiz olarak büyürler. Yukarda anlatıldığı gibi lenf dokuları bedenin pekçok bölgesinde bulunmaktadır. NHL bu bölgelerden herhangi birinde ortaya çıkabilir: bu tek bir lenf bezi olabileceği gibi, bir lenf grubu da olabilir; bazen de lenf sisteminin kemik iliği veya dalak gibi bir başka bölümünde ortaya çıkabilir. Bu tip kanser bir lenften, bir lenf kümesinden bir sonrakine doğru düzenli bir yayılım gösterme eğilimindedir. Örneğin boyun lenf nodlarında ortaya çıkan NHL, önce köprücük kemiği üzerindeki, sonra göğüste kolların altındaki lenf bezlerine doğru yayılabilir. Bazı durumlarda hastalık tüm bedeni kaplayabilir.

Yukarda açıklandığı gibi NHL, tıpkı Hodgkin's hastalığı gibi lenf dokularının bir hastalığıdır ve diğer organlara yayılım gösterebilmektedir. Ancak NHL'nın nasıl bir seyir göstereceği, Hodgkin's hastalığına göre daha az öngörülebilmektedir. NHL, Hodgkin's hastalığına göre daha fazla oranda lenf dışı metastaz yapma eğilimi sergilemektedir. Hastalığın seyri (prognozu) histolojik tipine, evresine ve uygulanan tedaviye göre farklılıklar göstermektedir

RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR? NHL'nın sıklığında son on-yıllarda büyük bir artış gözlenmiştir. Bu hastalık ABD'de en seyrek kanserler arasında iken bu artış nedeniyle en sık karşılaşılan 5. kanser olmuştur. Halen bu artışa nelerin yol açtığına ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. Hastalığın nedenleri de tam olarak bilinmemekte, bir kişi bu hastalığa yakalanırken bir diğerinin neden yakalanmadığı tam olarak açıklanamamaktadır. Toplum düzeyinde yürütülen kanser araştırmalarında, NHL'ya yakalanan insanlarda yakalanmayanlara göre daha fazla olduğu gözlenen bazı risk faktörleri aşağıda sıralanmaktadır. Ancak burada da tam bir açıklık bulunmamaktadır: Bu risk faktörlerine sahip pekçok insan NHL'ya yakalanmazken, bu risk faktörlerinden hiçbirisini taşımayan pek çok insanda da bu hastalık karşımıza çıkmaktadır.

  • Yaş/Cinsiyet: NHL yaş ilerledikçe daha fazla sıklıkta görülmektedir. Erkeklerde kadınlara oranla daha fazla orandadır.
  • Zayıflamış Bağışıklık Sistemi: NHL, doğumsal bağışıklık sistemi sorunu bulunan kişilerde, otoimmün hastalıklarda, HIV/AIDS varlığında ve organ transplantasyonu nedeniyle bağığıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullananlarda daha fazla görülmektedir.
  • Virüs: HTLV-1 (insan T-lenfotropik virüsü) ve Epstein-Barr virüsleri, NHL'ya yakalanma olasılığını artıran enfeksiyon ajanlarıdır.
  • Çevre: Pestisitler, solventler gibi belirli kimyasal maddelerle çalışan ya da bunlara yoğun biçimde maruz kalan kişilerde NHL'ya yakalanma olasılığı yükselmektedir.


NHL konusunda, kendi durumuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi almak ve varsa endişelerini gidermek isteyen kişilerin, doktorlarıyla bu duygu ve düşüncelerini paylaşmaları son derece yararlı olacaktır

LENF KANSERLERİ ve TEDAVİSİ

LENFOMALAR (Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu)

Herbalist Atabay Güveloğlu 1986 dan bu yana, içerisinde doktor hastaların da bulunduğu yüzlerce yaşlı ve genç insanı lenfoma türü hastalıklardan bitkisel ilaçları ile kurtarmıştır. Hastalar iyileştikten sonra hiç bir tedavi görmeden sağlıklı şekilde 10 yılı aşmış sürede yaşamaktadırlar. Böyle bir sorunla karşı karşıya olanların, kemoterapilerle birlikte veya hemen akabinde 6 ay mutlaka Güveloğlu'nun bitkisel formüllerini ulgulamalıdırlar...

Lenfomalar, lenfoid doku kökenli hücrelerin yani lenfositler makrofajlar, bunların öncülleri ve bunlardan türemiş olan hücrelerin malign neoplazmalarıdır.Yani bu kanserler vücudumuzdaki bağışıklık sisteminin anormal çoğalması sonucu gelişir. İki geniş lenfoma türü vardır:

Hodgkin lenfoma(Hoçkin lenfoma)

Non-Hodgkin Lenfoma

Her ikiside lenfoid dokudan köken almasına rağmen hodgkin hastalığı lezyonlarında REED_STERNBERG dev hücreleri vardır.

Bu girişten sonra bu haftaki konumuz olan NON-Hodgkin hastalığının deri tutulumu ile karakterize iki türü olan Mikozis fungoides ve Sezary sendromu hakkında.Her iki hastalıkta T lenfositkökenlidir. (en sık CD4 fenotipinden)

Mukozis fungoides inflamatuar premikotik dönemle kendini gösterir.Sonra plak dönemi ve tümör dönemi şeklinde ileleme olur.Histolojik olarak,neoplastik T hücrelerinin epidermiste ve üst dermiste ifiltrasyon oluşturduğu görülür. Bu hücreler nükleer membranın belirgin kıvrımlar oluşturması ile karekterize serebriform nükleuslara sahiptir. Hastalık ilerledikçe lenf nodlarına ve organlara yayılım görülür.Mukozis fungoidesin tanısı lenf ve doku biopsisi ile konulur.

Sezary Sendromu ,deri tutulumunun jeneralize(yaygın)eritrodermi ile kendini gösterdiği ve serebriform nükleuslara sahip Sezary hücrelerinin lösemik yayılımının görüldüğü bir durumdur.Sezary hastalığının tanısı;periferse Sezary hücrelerinin görülmesi ile konur.

Plak yada tümör dönemindeki mikozis fungoides vakalarının %25'inde dolaşımda Sezary hücreleri mevcuttur.

Tedavilerİ alkilleyici bir kemoterapötik ilaç Nitrojen Mustard ve Psoralen ve ultraviyole A'(PUVA) nın birlikte kullanılması ile yapılır.Bu tümörlerlü hastalaarın ortalama yaşam süresi 8-9 yıldır.

HODGKİN'S DIŞI LENFOMALAR Non-Hodgkin Lenfoma

Lenf sistemi bedenin bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Vücudun hastalıklar ve enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olur. Lenfatik sistem ince lenf damarlarının oluşturduğu ve kan damarları gibi dokulara ulaşan ve bütün vücudu saran bir ağ oluşturmaktadır. Lenf damarları renksiz bir sıvı olan lenf sıvısı taşır. Lenf sıvısı enfeksiyonlarla savaşan ve lenfosit adı verilen hücreler içerir. Bu damarlar ağı içinde lenf bezleri adı verilen küçük organlar mevcuttur. Lenf bezleri kümeler halinde, başlıca kol altında, kasıkta, boyunda, göğüste ve karında bulunurlar. Dalak, timus, bademcikler ve kemik iliği de lenf sisteminin birer parçasıdır. Lenf dokusu ayrıca mide, barsaklar ve deri gibi bedenin diğer bölümlerinde de bulunur. Kanser vücüdun temel yaşam birimi olan hücrede başlayan bir grup hastalığın ortak adıdır. NHL'yı anlamak için, normal hücreler hakkında bilgi sahibi olmak ve kanser durumunda neler değiştiğini bilmek yararlı olacaktır:

Beden pek çok değişik tipte hücreden oluşmuştur. Normalde, hücreler ancak gerek olduğu zaman büyür ve başka hücreler oluşturmak üzere bölünürler. Bu düzenli süreç vücudun sağlıklı kalmasını sağlar. Bazen yeni hücrelere gerek duyulmazken de hücreler bölünmelerini sürdürür. Bu durum o bölgede doku miktarının uygun olmayan biçimde artmasına, dokularda büyümeye, kalınlaşmaya ya da bir kitlenin ortaya çıkmasına yol açar. Bu kitleye tümör denir. Tümörler iyi huylu (kanserli olmayan) ya da kötü huylu (malin, kanserli) olur.

NHL'da, lenf sistemi içindeki hücreler anormal özellikler kazanır: Çok hızlı bölünür, düzensiz ve denetimsiz olarak büyürler. Yukarda anlatıldığı gibi lenf dokuları bedenin pekçok bölgesinde bulunmaktadır. NHL bu bölgelerden herhangi birinde ortaya çıkabilir: bu tek bir lenf bezi olabileceği gibi, bir lenf grubu da olabilir; bazen de lenf sisteminin kemik iliği veya dalak gibi bir başka bölümünde ortaya çıkabilir. Bu tip kanser bir lenften, bir lenf kümesinden bir sonrakine doğru düzenli bir yayılım gösterme eğilimindedir. Örneğin boyun lenf nodlarında ortaya çıkan NHL, önce köprücük kemiği üzerindeki, sonra göğüste kolların altındaki lenf bezlerine doğru yayılabilir. Bazı durumlarda hastalık tüm bedeni kaplayabilir.

Yukarda açıklandığı gibi NHL, tıpkı Hodgkin's hastalığı gibi lenf dokularının bir hastalığıdır ve diğer organlara yayılım gösterebilmektedir. Ancak NHL'nın nasıl bir seyir göstereceği, Hodgkin's hastalığına göre daha az öngörülebilmektedir. NHL, Hodgkin's hastalığına göre daha fazla oranda lenf dışı metastaz yapma eğilimi sergilemektedir. Hastalığın seyri (prognozu) histolojik tipine, evresine ve uygulanan tedaviye göre farklılıklar göstermektedir.

RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?

NHL'nın sıklığında son on-yıllarda büyük bir artış gözlenmiştir. Bu hastalık ABD'de en seyrek kanserler arasında iken bu artış nedeniyle en sık karşılaşılan 5. kanser olmuştur. Halen bu artışa nelerin yol açtığına ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. Hastalığın nedenleri de tam olarak bilinmemekte, bir kişi bu hastalığa yakalanırken bir diğerinin neden yakalanmadığı tam olarak açıklanamamaktadır. Toplum düzeyinde yürütülen kanser araştırmalarında, NHL'ya yakalanan insanlarda yakalanmayanlara göre daha fazla olduğu gözlenen bazı risk faktörleri aşağıda sıralanmaktadır. Ancak burada da tam bir açıklık bulunmamaktadır: Bu risk faktörlerine sahip pekçok insan NHL'ya yakalanmazken, bu risk faktörlerinden hiçbirisini taşımayan pek çok insanda da bu hastalık karşımıza çıkmaktadır. Yaş/Cinsiyet: NHL yaş ilerledikçe daha fazla sıklıkta görülmektedir. Erkeklerde kadınlara oranla daha fazla orandadır.

Zayıflamış Bağışıklık Sistemi: NHL, doğumsal bağışıklık sistemi sorunu bulunan kişilerde, otoimmün hastalıklarda, HIV/AIDS varlığında ve organ transplantasyonu nedeniyle bağığıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullananlarda daha fazla görülmektedir.

Virüs: HTLV-1 (insan T-lenfotropik virüsü) ve Epstein-Barr virüsleri, NHL'ya yakalanma olasılığını artıran enfeksiyon ajanlarıdır.

Çevre: Pestisitler, solventler gibi belirli kimyasal maddelerle çalışan ya da bunlara yoğun biçimde maruz kalan kişilerde NHL'ya yakalanma olasılığı yükselmektedir. NHL konusunda, kendi durumuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi almak ve varsa endişelerini gidermek isteyen kişilerin, doktorlarıyla bu duygu ve düşüncelerini paylaşmaları son derece yararlı olacaktır

BELİRTİLERİ NELERDİR?

NHLnın belirtileri sıklıkla aşağıdaki biçimlerde ortaya çıkmaktadır: Nedeni açıklanamayan ateş ,gece terlemesi,süreklilik gösteren yorgunluk hali,nedeni açıklanamayan kilo kaybı,deride kaşıntı,ciltte kırmızı lekeler,bu ve benzeri belirtilerin mutlaka NHL'nın var olduğu anlamına gelmediği, başka nedenlerle de benzer belirti ve bulguların ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır. Bu belirtilerin varlığında kişi doktoruna başvurmalıdır. Böylelikle hastalık ne olursa olsun erken dönemde tanı ve tedavisi mümkün olabilecektir. Önemli bir nokta da şudur: Kanser ile ağrı başlangıçta birlikte ortaya çıkmayabilir. Bu nedenle örneğin boyun, koltuk altı ve kasıklardaki şişlikler için mutlaka ağrının ortaya çıkması beklenmemelidir. NHL'nın erken aşamalarında ağrı bulunmayabilir.

HODGKİN DIŞI LENFOMA TİPLERİ

Doktorlar yıllar içinde farklı NHL tiplerini tanımlamak için çaba harcamıştır: İki önemli kriter bu tanımlamada etkili olmaktadır: İlki, kanser hücrelerinin mikroskop altında görünüşü. İkincisi de kanserin büyüme ve yayılma hızı. Orta ve yüksek dereceli lenfomalar olarak da bilinen "agresif lenfomalar" hızlı bir yaygınlaşma ve ilerleme eğilimi gösterir. Düşük dereceli lenfomalar ise yavaş seyirlidir ve daha az belirtiye yol açar.

HODGKİN HASTALIĞI

Hodgkin hastalığı günümüzde,tanının ilerlemesi, evreleme ve tedavideki gelişmeler sonucu hastaların çoğunda iyileşterilebilen bir hastalık haline gelmiştir.40 yıl önce tedavi edilemeyen sürvi bir yılın altında iken ,tıbbın ileremesiyle tüm kür oranı %20 den %74 ‘e yükselmiştir.

PATOLOJİ:

HH.Muhtemelen T-lenfosit orjinli bir hastalıktır.Tanı Reed-Stenberg hücresi görülerek gerçekleşir.(İki veya daha fazla çekirdekli ve herbiri belirgin hükleos’ludur.Hücreler büyüktür.)Günümüzde kullanılan tasnife göre;lymphosit predominal nodüller sklerozan,mikst süllüler ve lenfosit depletion şeklinde klasifiye edilirler.Hastaların %70-80 ‘ini nodüller sklerozan ve mikst sellüler tip şekil eder.

KLİNİK GİDİŞ: En sık 15-34 yaşları arası ve 50 yaş üzerinde olmak üzere iki yaş grubunda yükseklik gösterir.Non-Hodgkin lenfomalarının aksine olarak H.H. genellikle lokalizedir.ve aksiyal odları tutar.Hastalaın %50 ‘sinde mediasten tutulur.Periferik nod yayılımı ,Waldeyer halkası ve mezenterik nod tutulması nadirdir.B semptomu olmayanlarda karaciğer ve kemik iliğide yayılımı da nadirdir. Eğer karaciğer tutulmuşsa dalakta da daima hastalık bulunur. Evre I %15, II %40, II %35, IV %10 civarında olmak üzere hastalar dağılım gösterir. Evre I hastalıkta B semptomu %10’un altında iken Evre IV te %80 oranda bulunur.

Erken evredekilerin çoğu lenfosit predominans ve nodüller sklerozan geç evredekinlerin çoğu ise genellikle lenfosit deplesyon tipindedir.

Evreleme: Ann Arbor klasifikasyonuna göre IV evreye ayrılır.Sistemik semptomların bulunmasına göre A ve B subgrubuna ayrılır.Ekstra nodal hastalık (E), dalak tutulması (S) ile gösterilir.

Evreleme ve Tanı Çalışması:

1)Hikaye
2) Fizik Muayene(Lenf nod ,karaciğer ,dalak dikkatli muayene)
3)Biopsi
4)Radyolojik çalışma (Akciğer granifisi ,İVP.Lenfonjiografi,iskelet taraması
5)Labrotuvar çalışması (Tam Kan sedimantasyon,Alkalen fosfatas BUN,SGOT,SGPT)
6) Karaciğer sinti grafisi bunlara ek olarak özel çalışmalar

1)Akciğer Tomografisi
2)Toraksin kapüterize tomografisi 5)Staging Laporatomi: Klinik evreyi %25-30 olguda büyütür. %10 olguda ise alt evreye geçirir. Birlikte yapılan splenektomi dalak yayılımını ,karaciğer ve lenfatik yayılımını ortaya çıkartabilir. Ayrıca dalak çıktığı için tedavi alanı küçüleceğinden yan etkiler azalır.Laparatomi; hastalığın evresini değiştirebilecek ise yapılmalıdır. Örneğin Evre IV veya III te gereksizdir. Laparatomide
A)Karnın içinin inceleme ve palyasyonu
B)Splenektomi
C) Karaciğerin her lobunda biopsi
d)nodlardan biopsi
e)Ofaropeks’yi içerir.Spelnik pedikül ve biopsi alınan şüpheli nodül bölgelerine Klips konur. Bu radyoterapiste yardımcı olur. Ooferopeksi yeri de klipsle işaretlenmelidir.Laparatominin gereksiz olduğu durumlar;

a)Klinik Stage III ve IV
b)Stage I üst servikal nodülü veya mediasten hastalığı (özellikle geniş mediastinal hastalıkta )
c)10 yaşın altındaki çocuklarda

TEDAVİ VE SONUÇLARI

Genellikle ilk tedavi radyoterapi ile yapılmaktadır.Radyoterapi uygulamasında a)Kopüterize dozimetrik planlama b)Megavoltaj cihaz (4-6 MeV accelatör) c)Kostumayad alloy blok avantajlar sağlamaktadır.

Hastalar karşılıklı paralel alanradan tedavi edilirler.(Ön-arka) günlük doz rad ve total doz 3600-4400 rad civarındadır.Klinik olarak (-) nodüllere 4000 rad verilir.

Hodgkin hastalığı radyoterapisinde değişik bölgeleri bir alan içerisine sokmak için özel alanlar tarif edilmiştir. a)Mantle Field (Mediasten ,hilar ,servikal, aksiller, supraklaviküller, infraklaviküller nodüller) b)mini mantle: (Mediasten veya hiluslara ) verilmeden mantle tedavisi. c)Extented mantle:Mantle tedaviye L3-L4 e kadar paraortik ,iliac ve femoral nodlar.

e)Pelvis:Kommen ve external ilyak,inguinal ve fermoral nodlar. f)paraaortik ve splenik pedikül (L4 seviyesine kadar) g)Waldeyer halkası: Bu yöntemler arka arkaya hastanın durumu ve kan tablosu imkan verirse kullanılabilir.h)Total Nodal ışınlama(mantle ve inverted Y) i subtotal nodal ışınlama (mantle paraotrik ve splenik pedikül). Bu yöntemle hastalığın evre ve yayılıma göre saptanır.

ERKEN HASTALIKTA TEDAVİ (Evre I veII)

Erken Hodgkin Hastalığında mantle veya paraaotrik, splenik pedikül ışınlaması tercih edilir. Sonuçta %75-85 5 yıl hastalıksız sürvi sağlanır.Nükste kemoterapi hastaların çoğunda etkindir.Tüm 5 yıl sürvi %90’dır. Diafragma altı hastalık daha az görülür, radyoterapi ile sonuçlanan sonuç iyidir.Supradiyagfrakmatik lezyonda: Geniş mediatinal kitle (6 cm den büyük) görüldüğünde sadece radyoterapiden sonra nüks ihtimali daha yüksektir.Ayrıca bunlara staging laparatomi yapmaya gerek yoktur.Lenfanjiyografi dahil yapılmaz hava yoluna bası vardır. Bunlarda tedavi mantle-field radyoterapi yapılır. Akciğer yayılımı varsa alana dahil edilir.(150 rad /günde1500 rad ) iki hafta sonra tümör küçülünce daha daraltılır. Ve 4000 rad ‘a ulaşır.Eğer küçülme olmazsa radyoterapi kesilerek 1500 rad dan sonra kemoterapiye başlanır.Eğer gerekiyorsa laparatomi tümörü radyoterapi ile kaybolanlarda yapılabilir. Başlangıçta tümörün büyük olduğu durumlarda kemoterapiyle başlanır ve tümör küçültükten sonra radyoterapi uygulanır.Bu da radyoterapi alanının Pedieatrik Hodgkin H.da kemoterapiyle başlanıp düşük doz radyoterapi verilmesi uygundur.Çünkü pubedte öncesi çocuklarda radyasyon etkilidir. Bu kombinasyonla iyi sonuç alınmıştır ancak kemoterapiyle bağlı sterlitenin önüne geçilemez.

İLERLEMİŞ HASTALIKTA (EVRE III-IV)

Kemoterapi kombinasyonu ile sonuçlar iyiye gidilmiştir.(5 yıl sürvi Evre III te %50-90,IV te %50-60 tır.) Seçilmiş evre IIIA hastalarda radyoterapi değerini kaybetmemiştir.Ayrıca radyoterapi kemoterapi ile eklenince remisyon süresi uzamaktadır.

Stage IIIA: Sadece radyoterapi ile nüks alanı %50 dir.Radyoterapi bu hastalarda a)hastalığın üst abdomende, dalak tutulması ve splenik hilus, çölyak,veya portal nodüllerde olduğunda b) Hastalığın paraaortik, ilyakve mezenterik nod tutulması olduğunda uygulanır. Bunlarda da hastalığın çok odaklı olduğunda splenik nodüllerin 5’ten fazla olduğu hallerde gene kemoterapi tercih edilir.

Stage IIB-IV: En iyi kemoterapi kombinasyonu ile tedavi edilirler.(MOPP,ABVD vs). Kemoterapiyle remisyona giren hastalarda ;klinik yayılım bölgelerine 1500-2000 rad radyoterapi verilmesinin remisyon süresini uzattığı idda edilmektedir.

YAN ETKİLERİ(RADYASYON A BAĞLI MORBİDİTE)

En çok yan etki mantle-field tedavide görülür. Yan etkiyi azaltmak için larenks, Kalp apeksi,spinal kord ve humerus başı korunur.

AKUT REAKSİYONLAR:

a)Xderi Reaksiyonu:kalıcı değildir.Hafiftir.Kuru deskuamasyon,eritem ve pigmentasyon görülür.Nadiren sulu deskuamasyon olur.

b)Xerostomi: Radyoterapi sırasında görülür,kalıcı değildir.

c)Odinofaraji: Hafiftir ve kelıcı değildir.Mantle tedavinin 2. ve 3.haftasında görülür,tedaviden sonra düzelir.Şikayeti azaltmak için anastezik (mesela Oxain) analjezik verilebilir.

d)Bulantı: Daha erken görülebilir.Antiemetik ve cannabinoidlerle düzelir.

e)Saç Dökülmesi:Kalıcı değildir.Daha çok ense ve axillda görülür.

f)Myelosupressyon: Belirli bir kemik iliği tedavi alanına girince görülür. Genellikle hafif ve düzenleyicidir.Sadece mantle-field veya diyafragma altı alanın ışınlanmasında hafif lökopeni terapiyle ardarda kullanıldığında bu durum şiddetli olabilir. Bunlarda kan tablosunun sık sık kontrolü gerekir.

KRONİK REAKSİYON

1.Pnömöni: Mantle Field tedavisinde semptomatik pnömöni hastalarının %2-5 inde görülür.

2.Kardit : Hastaların kalbi radyasyon alanına girdiğinde %3 ten daha az olmak üzere perikardit görülebilir.Bu non-konstruktif akut perikardit radyoterapiden haftalar aylar sonra görülür. Ortaya çıkışı genellikle ateş,taşikardi,substernal ağrı ve sürtmesesi ile birlikte perikardial effüzyon şeklinde olur.3000 rad ‘ın üzerindeki doz tüm kalbe verilirse %50 oranında perikardit görülür. Kalbin ışınlanması gerekli ise 1500-2000 rad doza erişilince kalp apeksi radyasyon alanı dışına çıkarılmalıdır.Konstrüktif perikardit tedaviden 6 ay veya yıllar sonra görülür.Akut perikarditten önce veya sonra çıkabilir. Tedavide kortizon kullanılır. Radyasyon myokardit veya kroner arter hastalığı yapması nadirdir.

3.Kısırlık: Saçılan radyasyon nedeniyle pelvis ışınlamalarında hafif oligospermi veya over disfanksiyonu görülebilir.Kendiliğinden düzelebilir.Erkeklerde skrotum korunmasıyla doz 100 rad ın altındadır.ve kalıcı oligasperm nadir görülür.

Kadında midline Ooferopeksi ve orta bölgenin korunması (10 HVL Blok) ile over dozu minimal olur.Geçici menstruasyon bozukluğu sıktır.Sonradüzelir.Fakat inverted Y tedavisi gören hastalarda %20 sinden azında devamlımenstrual düzensizlik ve infertilite gelişebilir.

LHERMİTTE BELİRTİSİ: Mantle irradyasyonu gören hastaların %15’inde görülen düzelici bir komplikasyondur. Uyuşukluk ,sızlamave baş fleksiyonda iken elektiriklenme hissi şeklindedir.Standart radyasyon dozlarında norölojik problem çıkarmaz.

HİPOTİROİDİ:Mantle tedavi gören hastaların %10’undan daha azında klinik hipotiroidi oluşur.Bu lenfanjiyografi yapılanlarda daha çoktur.Kimmyasal tiroid fonsiyon bozukluğu özellikle yüksek TSH sık görülür.Tüm hastalarda tiroid fonsiyonlardaki bozukluğu değerlendirmek için T3T4 ve TSH seviyesi esas alınır.

LÖSEMİ:Hodgkin hastalığında radyoterapi ve kemoterapi kombinasyonu kullanılmasına takiben lösemi gelişebilir.Başarıyla tedavi edilen hastaların %7-10 ‘unda ANLL fetal görülebilir.Bu komlikasyon yıllar sonra ortaya çıkar.

KEMİK GELİŞİMİNDE DURMA:Çocuklarda epifizlerin tedavi alanına girmesi sonucu kemiklerde gelişme geriliği ve deformite oluşabilir.

NON-HODGKİN LENFOMA

GENEL BİLGİ:

Bu grup hastalıklar patoloji, klinik gidiş veya tedaviye cevapta Hodgkin Hastalığından farklıdır.Bunlarda da Ann Arbor Evreleme sistemi kullanılır. Ancak sıklıkla radyoterapi ve kemoterapiye oldukça iyi cevap vermesine rağmen daha az kürabldır.

PATOLOJİ:

Bu hastalıkta kullanılan en yaygın patalojik klasfikasyon sistemi Rappaport sistemidir. Bu sistem yapısal şekil (nodüller veya diffüz) ve hücre tipi (iyi difransiye lonfositik) , kötü difransiye lenfositik ,histiositik veya mikst) esasına dayanır. Bu sistemin klinik olarak faydalı olmasına rağmen itirazlar vardır. Çünkü çıkış hücresini doğru tarif etmez veya bugünkü imminolojik Konseptlere uyum sağlamaz.

Bu amaca yönelik Working formulation önerilmiştir.Lenfomalar klinik davranışlarına göre üç grade ayrılırlar.Her grade’in ise 3-4 subtipi vardır.

Hastaların yarsı nodüller lenfomadır.Ancak nodüller lenfomalı hastalırın çoğunluğu hastaların tabii hikayesinin bir parçası olarak difüz paterne dönüşür.Nodüller lenfomaların çoğunu teşkil eden küçük tembel lenfositler gitgide histiositik lenfomanın geniş transforme lenfositlerine dönüşebilir.Histiositik lenfomalırın sık sık lokalize görülüşünün aksina lenfositik lenfomaların yaygın görülüşüde küçük transforme olmamış lenfositlerin dolaşıma geçme yatkınlığı artar.

Tablo 8.2

Pappaport sınıflaması ve Working formalation ‘ın mukayesesi:

Working Formalation: Rappaport Denki

Düşük Grade

Küçük Lenfosit DLİD

Folliküler,Predominant

Küçük Hücreli yarıklı NLKD

Folliküler,mikst küçük hücreli

Yarıklı ve larç hücre NM

Ara Grade

Folliküler,Predominant larç hücre NH

Difüz, küçük yarıklı hücre DLKD

Difüz mikst, küçük ve larç hücre DM

Difüz larç hücre DH

Yüksek Grade

Larç hücre,immünoblastik DH

Lefoblastik LB

Küçük Yarıksız hücre DU

D: Difüz N:Nodüler

LB:Lenfoblastik hücre tipi LİD: Lenfositik iyi difransiye

LKD: Lenfositik kötü difransiye H:Histiositik

M:Miskt lefositik U:İndifransiye

Klinik Özellikler:

Teşhis ortalama yaşı 50-60’tır.Non-Hodgkin lenfomaların çoğu B hücreli veya null hücrelerinden (lenfoblastik lenfoma hariç) kaynak alırlar.Nadiren lokalizedirler.(%10’un altında ) arasıra mediasten’i tutarlar (%20’nin altında) ve hodgkin hastalığının aksine periferik nodal alanları (örneğin epitroklear ve Waldeyer halkası) ve mezenterik nodları tutmaya yakındır. Özellikle nodüler lenfomalılarda kemik iliği ve karaciğer tutulumu sıktır.

Sistemik semptomlar Hodgkin lenfomaya göre Non-Hodgkin lenfoma da daha az sık olup,prognostik olarak önemli değildir.

Non-Hodgkin Lenfomalar “Favorabl tembel histolojiler (NLİD,DLKD,NM)” ve “ Unfavorabl-agressiv hisitilojili (DH,DLKD)” olmak üzere gruplanabilir.Favorable (olumlu) histoloji hastalarda genellikle yavaş ilerleyen lenfadetolojili ve %90’ın üzerinde ilerlemiş evre II ve IV hastalık vardır.

Unfavorable (olumsuz) histolojili hastalarda genellikle hızlı ilerleyicili lenfaadenopati olmasına karşın %30-45 ‘i evre I veya II hastalıklıdır.

Lenfoblastik Lenfoma: Be lenfoma genelikle T-Cell orijinlidir ve genç erkekte tipik mediastinal kitle şeklindedir.Hematolojik,kemik iliği ve merkezi sinir sistemi tutulumu sıklıkla mevcuttur.

Burkitt Lenfoması: Bu B-Cell Lenfoması sıklıkla çocuklarda görülür. Afrikalı çocuklarda genellikle masilla veya alt çenede bir kitle ile sergilenmesine rağmen,Amerikalılarda sıklıkla yaygın intraabdominal hastalık olarak görülür.Amerikan tipinde daha az olmakla beraber Afrika tipinde Ebstein-Barr virüs antijeni sıklıkla tespit edilebilir.Hastalık sadece iki gün olan iki katı zamanı ile çok agrasivdir.

EVRELEME

Hodgkin hastalığının aynıdır.Ann Arbor sistemi kullanılır.

WORK-UP (ARAŞTIRMA ÇALIŞMALARI)

Hikayesi ve fiziksel değerlendirmeye ek olarak primer değerlendirme de şunlar içermelidir.:

Radyolojik Çalışmalar:Göğüs radyogramı, lenfanjiogram ve/veya abdominal CT taraması

Labratuvar Çalışmaları: CBC-Tam kan Sayımı,Sedimantasyon hızı,SGOT,SGPT,Alkalen fosfataz,BUN,Kreatenin,Ürik Asit

Kemik İyiği Biopsisi: Favorable (olumlu) lenfomalarda tek bir biopsi ile numüneleme hatası %10-15 olacağından Bileteral iliak kanat biopsilerine ihtiyaç vardır.

DİĞERLERİ

IVP,Retroperitoneal büyük lenfadenopati bulunduğunda .Üstgastrointestinal ince bağırsak dahil eğer Waldeyer halkası tutulmuşsa.Çünkü hastaların %10 unda birlikte tutulum olabilir.Karaciğer biopsisi :Evre III hastalarda eğer hepatik yayılım tedaviyi değiştirecekse uygulanır.Serebro Spinal Mayii değerlendirilmesi:Pediatrik ,indifransiye ve lenfoblastik

lenfomalarda ,direkt Coombs Testi: Özellikle anemini hastalarda yapılmalı,çünkü NHL’larda otoimmün homolitik anemi görülebilir.

Stagini Taparotomy: Tedavi kararını nadiren etkilediği için vakaların çoğunda endike değildir. Özellikle laporatomiden genellikle kaçınılmalıdır. Çünkü yukarıda sıralanan sınırlamalar ,özel lenfanjiografiye ek olarak CT veya CT olmaksızın ,kemik iliği biopsisi ve karaciğer biyopsisi sadece olguların %10’unda yalnış negatif çıkması nedeniyle evrelemede oldukça doğru sonuç alınır.

TEDAVİ VE SONUÇLAR

Radyoterapi Non-Hodgkin lenfomalı hastaların bazılarında küratif bir potansiyele sahiptir.Özellikle erken hastalıkta bu geçerlidir.2500-3500 rad lık bir dozda difüz histiositik lenfoma dışında hepsinde %90’ın üzerinde bir derecede lokal kontrol sağlanır.

Diffüz histiositik lenfomalılarda radyoterapistlerin çoğu daha yüksek dozlar (4500-5000 rad )’ı lokal kontrol için kullanırlar.

TEK ALAN VE KOMBİNASYON KEMOTERAPİSİ

Non-Hodgkin lenfomaların tedavisinde geniş şekilde kullanılır.Kombinasyon kemoterapi rejimleri çok çeşitlidir.Bunlardan en çok bilinen birkaçı MOPP,C-MOPP (Sitoksan,Vincristin,Prednizon) ve CHOP (Sitoksan ,Doxorubicin,Vincristin,Prednizon). Kombinasyon kemoterapisi ilerlemiş evrelerdeki Difüz histiositik lenfomalı hastalarda küratif bir potansiyel taşır.

KOMBİNE MODALİTE

Tutulmuş alan veya genişletilmiş alan irradyasyonun kemoterapi ile kullanımının yaklaşımının üstünlüğü henüz gösterilmemiştir.Bu yaklaşım etkin olduğu hastaların idantifiye edilmiş sub grupları üzerindeki araştırmalar devam etmektedir.

ERKEN HASTALIK

Genel olarak lokalize hastalık (Evre I ve Contiquous ve Evre II ) veya lokalize sınır dışı lenfoma AvreIe sadece radyoterapi ile tedaviedilebilir.Bunlarda küçük,ortaveya geniş radyasyon alanı kullanımı arasında sürvi açısından önemli bir fark yoktur.

FAVORABLE (OLUMLU ) HİSTOLOJİLER

Erken evrede favorable histolojisindeki lenfoma seyrek görülür ve tedavinin yeterliliği bakımındanuzun süre takibi gereken yavaş klinik gidişi vardır.Radyoterapi son derece seçkin tedavidir ve etkinliği ispatlanmıştır. Radyoterapiyi takiben nüksüz yaşam 5 yılda %60 iken 10 yılda %50 ye düşür.Nüks genellikle total nodal ışınlamadan daha dar tedavi verilenlerde görülür.Total lenfatik ışınlama verildiğinde bunun tersine ekstralenfatik nüks görülür.Yaklaşık %50 kür oranı ortaya koyan bir nüks eğrisi düzleşmesi mevcuttur.

UNFAVORABLE (OLUMSUZ ) HİSTOLOJİ:

Bunların erken evresinde çoğunlukla diffüz histiositiktir ve hetorejen bir gruptur.Tedavi sonucunu etkileyebilecek faktörler:Hastalık çıkış bölgesi ,nodal veya ekstra nodal oluşu hastalığın büyüklüğü, hastanın yaşı, klinik veya patolojik evreleme gibi durumları içerir.Genelde radyoterapi seçkin tedavidir.Ancak erken evre diffüz histiositik lefoma tedavisinde kemoterapi ilavesi değerli olabilir.

Mide, kemik veya baş boyun tutulumu hastaların çoğunluğu radyoterapi tedavi edilebilir.Santral sinir sistemi tutulumu nadiren kürabl dır.Genellikle ekstra nodal tutulum ve evre I hastalık daha iyi sürviye sahiptir.4 tutulum bölgesinden az hastalık veya 2,5 cm den daha küçük hastalıkta başarısızlık daha azdır.2.5 cm den daha büyük (bulky) tümörlü 60 yaşın altındaki hastalar 60 yaşın üzerindekilerden daha iyidir.Lokalize unfavorable lenfomaların küçük bir bölümünde karın tutulumu laporatomi ortaya koyabilir.Çünkü klinik ve patolojik evreleme bütünüyle eşit değildir.Kemoterapinin tekbaşına veya kombine model tedavisi Evre I-II unfavorable histiloji (Özellikle DHL) malign lenfamalarda araştırılmaktadır.

İLERİ HASTALIK (Evre III-Iv)

Favorable Histoloji: İleri evre tembel hastalıkta tedavi yaklaşımı sadece palyatiftir. Asemptomatik hastalık palyatif tedavi gerekinceye kadar ortalama 3 yıl katip edilebilir. Bunlarda ortalma sürvi 10 yıldır.Semptomatik hastalar tek alkatyting ilaca cevap verir, %50-60 tam cevap vardır.Bu cevap kombine kemoterapide %70, tüm vücut ışınlamasında %60 tır.Tedavi palyatif olduğudan bilinçsiz şekilde devam edilmemesi önemlidir.Ancak tam remisyon elde edildiğinde kesilebilir.

Tedavinin şekli tüm vücut ışınlamasıdır.Haftada 2 defa 15 rad olarak 75 Rad uygulanır,bunu takiben platelet sayısını düseltmeyi sağlamak için tedaviye ara verildikten sonra total doz 150 rad ‘a tamamlanmak üzere ışınlama tekrarlanabilir.

UNFAVORABLE HİSTOLOJİSİ:

Sistemik kombinasyon kemoterapisinin Evre II-Iv diffüz histiositik lenfomada hastalarda küratif potansiyel olduğu idda edilir.%40-60 tam remisyon oranının 2-5 yıl destekle oluştuğu bildirilmiştir.Kemoterapi ve radyoterapi birlikt kullanılarak yapılan kombine tedavi sonuçları Evre III hastalıkla hastaların sürvisinde iyileşme sağlayabilir.

DİĞERLERİ:

Burkit Lenfoma: Tedavi primer olarak sistemik kemoterapidir.Cerrahi geniş intraabdominal hastalıkta debulking (küçültme) de faydalı olabilir.Radyoterapi sık sık proflaktik kranial tedavi için kullanılır ve büyük tümör bölgesinde pekiştirme tedavisi olarakta faydalı olmaktadır.Hastaların hidrate edilmesi ve allopurimal’ün kemoterapiye başlamadan verilmesi çok önemlidir.Çünkü tümörün hızlı cevabı nedniyle ürik asit nefropatisi ve metobolik dengesizlik özellikle hiperkalsemi ortaya çıkarabilir.

LYMFOBLASTİK LENFOMA:

Bu lenfomalar bir T-Cell lösemi gibi multi ajan kemoterapi ,intratekal metotrexate ve kranial ışınlama ile tedavi edilmelidir.

SOLİTER PLAZMOSİTOM

Soliter plazma hücreli tümörler ,myelomaların %10’undan daha azı oluşturur.Bunlar genillikle myelomaların erken evresinde kemikte görülür.Eğer uzun sürede yeterli derecede takip edilirse büyük çoğunluğunun ilerleyerek multiple myelomaya dönüştüğü görülür.Bunun tersine soliter ekstra medüller plazmastomlar sıkılıkta gerçekten lokalizedirler ve 4500 5000 rad lokal radyoterapi verilirse yaklaşık hastaların %80’i tedavi edilebilir.

MULTİPLE MYELOMA

Radyoterapi bu hastalıkta ancak palyatif amaçla kullanılır.Kemik ağrılarının palyasyonunda lokal olarak 2000 4000 rad uygulaması etkin olarak kullanılır.

LÖSEMİLER:

Lösemilerin tedavisi primer olarak kemoterapi ile yapılır ancak radyoterapi bu hastalıkta bir çok yerde rol alır.

AKUT LÖSEMİ:

Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL):

Proflaktik karniyal ışınlama:Lökositi başlangıçta 50.000 ‘nin üzerine veya yaşı 2’den küçük 7’den büyük olanlarda SSS rölapsı başta olmak üzere nüks açınsından yüksek riskli kabul edilirler.

Diğer Kötü Prognoz Faktörleri: T-Cell ve Ph Kromozom (+) liği ırk (siyahlarda kötü) ve lenfoma semptomu (Lenfaadonopati + splenomegali) dir.

İndüksiyon kemoterapisinin tamalanmasından sonra yüksek riskli hastalarda SSS nüksünü önlemek için kranyal ışınlama 1800 rad ve intratekal methotraxate uygulanır.İndüksiyon sonrası kemik iliği remisyona giren hastalarda (en az %50 sinde ) proflaktik ışınlama yapılmayanlardan SSS nüksü olur.Radyoterapi tüm kraniuma,retroorbital bölge ve C2 seviyesine kadar servikal spine verilir.Tedavi süresince uygulanması kranyal proflaxide radyoterapivisi süresince uygulanması kranyal proflaxide radyoterapi gibi etkin değildir, fakat standart risk gurubu hastalarda sistemik nüksü önlemede daha iyi proflaksi sağlayabilir.

TESTİKÜLER IŞINLAMA

Testiküler nüksü tedavi için 1800-2400 rad dozda ışınlama kullanılır.Hastaların 2 yılda bir rutin testis biopsisi yapılır.(o idame kemoterapi kesmeden önce).Eğer biopsi mikroskopik olarak testisinde nüks olanlarda testis ışınlaması ve yeniden indiksiyon kemoterapisi gereklidir ve tedavi seyrek olarak başarılı olur.

Akut Non-Hodgkin-Lymfositik Lösemi (ANLL)

Proflaktik kranyal ışınlama SSS nüksünün önlemede değerli olabilir.Yaklaşık 1000 rad ‘lık yan: 333x3 rad ‘lık fraksiyone tüm vücut ışınlaması endoxan ile birlikte kemik iliği aplazisini sağlamak ve GVH reksiyonuna mani olmak için KİT’den önce kullanılır.

KronikLÖSEMİ :

Kronik Lenfotik Lösemi (KLL)

Alkile edici alaçlara alternatif olarak tüm vücut ışınlaması düyük fraksiyonlarda ,yani 75-100 rad her fraksiyonda 15 rad olmak üzere KLL’de tedavi için kullanılabilir.Hastaların yaklaşık 1/3’ünde tam remisyona girer.Tüm vücut ışınlamasıyla tedavi edilen KLL ‘li hastaların ortalama sürvisi yaklaşık 5 yıldır.

Kronik Myloid Lösemi(KML)

Kronik Mlyeloid lösemi alkile edicilerde tedavi edilir,Özellikle KML’de splenomegaliyi tedavi etmede ilaçlara alternatif olarak dalak ışınlaması kullanılır.Sıklıkla obskopal bir etki (Bu ışınlamanın dışında dokulardaki cevap dolaşan kan elemanlarında görülür.) 25-50 rad lık günlük birkaç dozlar dalağı küçültmeye yeterli olabilir,ancak pansitopeni oluşturmaktan kaçınarak doz düşük tutulmalıdır.Blastik faz süresince radyasyon genillikle az değer taşır.


HASTA MAİLİ :

----- Original Message -----
From: erdinkurtulus
To: bilgi@herbalistatabay.com
Sent: Wednesday, May 31, 2006 10:28 PM
Subject: bilgilenme

Merhaba
Bilgi almak için yazıyorum.
Kızım 20 yaşında ve göğsünde 17-20 cm çapında büyük bir kitle var
Yapılan biopside non hoçkin lenfoma dediler ve yarın 01/06/2006 da kemoterapiye başlayacaklar.
70 kilo ve 1,70 boyunda.önerdiğiniz nedir ve nasıl davranmamız hakkında ve yapılabilecekler hakkında bir mail atarsanız sevinirim.
iyi çalışmalar Uludağ üniversitesi hemotoloji kliniğinde yatıyor.